Paylaş
Her insan hayatının bir döneminde kaygı duygusunu yaşayabilir, bu son derece normal bir durumdur. Ancak kaygı duygusu sürekli hale gelip, kişinin yaşamını olumsuz yönde etkilemeye başladıysa bu durumu kaygı bozukluğu ile açıklamak daha uygun olacaktır. Kaygı bozukluğu tedaviyle üstesinden gelinebilen bir rahatsızlıktır.
Korkmakta olduğunuz durum ve ortamlardan kaçınıyorsanız, iş hayatınızda aksamalar oluyor ve de sosyal çevrenizde problemler yaşıyorsanız, kaygı durumunun rahatsızlık haline geldiğini söylemek mümkündür. Normal bir tepki olan kaygı duygusu kalıcı, inatçı ve yaşamsal işlevleri kısıtlayıcı hale geldiğinde ortaya çıkan kaygı bozukluğudur.
Hayır, günümüzde çocuklarda da oldukça yaygın olarak karşımıza çıkıyor kaygı bozuklukları. Normal gelişimin parçası olan kaygı duygusu zamanla değişim gösterir. Örneğin 2 yaşına kadar anneden ayrılmaktan korkan bir çocuk, büyüdükçe başarısızlık, kabul görmemek gibi daha içsel ve soyut korkular geliştirir.
Belirli düzeydeki kaygı duygusu kişiye fayda sağlar. Örneğin başarısız olmamak, sınıfta kalmamak için sınava hazırlanmak, kaybolmamak için ailemizin yanında olma davranışları bizi karşılaşabileceğimiz olumsuz durumlardan korur.
Bazı korkular ise zamanla geçmez, 4 yaşında karanlıktan korkan bir çocuğun bu durumu normal iken, ilerleyen yaşlarında bu duygu azalmadıysa ailenin bunu fark etmesi ve önlem alması oldukça önemlidir.
Kaygı bozukluğu tedavi edilmediğinde çocuğun günlük işlevleri, gelişimsel süreci ve de kişiler arası ilişkileri olumsuz yönde etkilenir. Öyle ki korku duygusu oldukça yoğunlaşan çocuk, daha önce yapabilmesine rağmen tek başına bir diğer odaya gidemez hale gelebilir.
Kaygıyla baş edebilmek için öncelikle nasıl meydana geldiğini öğrenmek önemlidir, kişi neden böyle hissettiğini anlayabilmeli ki bu durumun üstesinden gelebilsin. Kaygı duygusu vücudun alarm sistemini harekete geçirmek gibidir, yani kaygı, tehdit unsuruyla karşılaşınca korunma mekanizmasının aktive olmasını sağlar. Kişinin tam olarak korkusunun nesnesi araştırılarak karşılaşabileceğini düşündüğü tehlike anlaşılabilir. Kaygı bozukluğunda kişi nesneyi olduğundan daha tehlikeli görmektedir.
Nasıl oluyor da kaygı; korku, huzursuzluk gibi duygusal; terleme, kalp çarpıntısı, titreme gibi fizyolojik belirtileri oldukça yoğun yaşatabiliyor diye düşünüldüğünde kişinin karşılaşacağını tahmin ettiği tehdit yani tehlikenin büyüklüğüyle, kaygı düzeyinin de arttığı anlaşılıyor. Kişi önemli düzeyde tehdit algıladığında yoğun bir kaygı yaşıyor. Örneğin, sosyal kaygı yaşayan bir çocuk tarafından sınıfta arkadaşlarının önünde şarkı söylemek oldukça tehditkar bir durum olarak algılanabilir. Aklından ‘herkes bana bakacak’, ‘benimle alay edecekler’ gibi düşünceler geçtikçe kaygı düzeyi artacak, vücut kendisini tehlikeye hazırlayacak ve de fizyolojik semptomlar ortaya çıkacaktır.
Bir başka örnek vermek gerekirse köpeğin havlayacağını tahmin eden bir çocuğun duygusu yoğun olmazken; köpeğin kendisini ısıracağını düşünen bir başka çocuk çok daha yoğun ve büyük bir kaygı yaşayacaktır. Yani tahmin edilen tehdit ne kadar büyük ise kaygı da o denli büyük olmaktadır.
Kaygı düzeyinin artmasına sebep olan bir başka faktör ise kişinin kendisinin tehlikeyle baş etme becerilerini küçümsemesi olarak tanımlanabilir. Tehdit algısının artmasının yanı sıra, başa çıkma becerilerinin azalması da kaygıyı arttırır. Kişi kendisinin güçsüz ve başarısız olduğuna inanıyorsa arkadaşlarıyla yapacağı futbol maçı onun için keyif verici olmak bir yana, oldukça kaygı yaşadığı bir durum haline gelecektir.
Aileler terapiye ‘kaygıdan kurtarın bizi’ diyerek geliyorlar ancak doğru olan bu değil, çünkü kaygı normal bir tepkidir, her zaman olması gereken ve bizi olumsuz durumlardan koruyan faydalı bir duygudur. Önemli olan kaygıyı işlevsel bir düzeye getirebilmektir.
Gerçek bir sebep olmadığı halde düzenli bir şekilde kaygı hissediyorsanız ya da çocuğunuzda bunu gözlemliyorsanız en kısa zamanda profesyonel bir yardıma başvurmanız en doğru karar olacaktır. Problem yaratan duyguya yol açan düşünce ve davranışların farkındalığını kazanarak değiştirmek için yapılan psikoterapide kişinin tehlikeye dair algısının gerçeğe yakın hale getirilmesinin yanı sıra baş etme becerilerinin arttırılması da öncelikli hedeflerdendir.
Paylaş