Paylaş
Bu yazımda; tıbbi uygulamaların bebekler, çocuklar ve kadın bedeni üzerindeki travmatik etkilerinden bahsetmek istiyorum. Tıbbi uygulamaya maruz kalmanın travma sebebi olabileceği fikri, pek çoğumuz için şaşırıtıcı da olabilir. Aslında, bu konu sağlık personeli tarafından yeterince bilinmiyor. Bazı rutin uygulamaların hazırlık aşamasında, hareket etmelerini önlemek için çocukları “bohça” gibi bağlıyorlar. “Hücre hafızası” düzeyinde, mesela sezaryenin kadın bedeninde ya da aşı, ameliyat gibi uygulamalarda bebek ve çocukların bedeninde neler olup bittiği ve bunun hayatımızın sonraki bölümlerine yansımaları konusunu detaylandırıcağım. Hatta daha önceki “Aşı yapılırken emzirmeyi talep edin” başlıklı makalemde de bahsettiğim noktaları destekleyici olacak, uzun yıllardır travma üzerine çalışan ve travma çözümlemesinde “somatik deneyimleme” yöntemini geliştiren Dr. Peter Levine’in bulgularına yer vermek istiyorum.
Mesela herhangi bir operasyon (buna sezaryen ya da dil bağı kestirme gibi basit ve küçük uygulamalar da dahil), bebek/kadını uzun süre hareketsiz bırakıyor. Bilinç açık olmasa bile, hareketsizlik, dokuların kesilmesi gibi uygulamalar, beden tarafından hayatı tehdit eden bir olay olarak algılanır, hücreler tarafından kayıt altına alınır ve hücre hafızasında saklanır. Biz entellektüel düzeyde operasyonun yararına inanıyor olsak bile, ilkel beynimiz buna inanmaz. Beden, kendisini ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmış gibi algılar. 6 hafta ile 18 ay arası değişen gecikmeli reaksiyonlar gösterebilir (1).
Travma oluşumuna neden olabilecek yaygın tıbbi uygulamalardan bazıları şunlardır:
Bir doğum günü partisinde, birkaç çocuğun birarada olduğu bir ortamda, insanlardan korkması, diğer çocuklardan kaçması ve anneye bağımlı davranışlarıyla dikkatimi çeken 2 yaş civarında bir çocuk görmüştüm. Bu tür davranışlarıyla diğerlerinden sıyrılıyordu. Aklıma çocuğun bir travmaya maruz kalabileceği ihtimali geldi ve annesi ile sohbete başladım. Annesine “Geceleri ağlayarak uyanır mı?” diye sordum. Annesi gözleri kocaman açılarak, nerden biliyorsun dercesine yüzüme hayretle baktı ve “Evet, hem de gece de birkaç defa” dedi. Ardından doğum şeklini, annenin gebeliğinde ruhsal açıdan stresli olup olmadığını ve doğduktan sonra çocuğun herhangi bir kaza geçirip geçirmediğini sordum. Anne sezaryenle doğum yapmıştı, hamileyken stresli bir çalışma ortamına maruz kalıştı ve çocuk 1 yaş civari bacağını kurarak, uzun süre alçıya maruz kalmıştı.
Sağlık çalışanları iyilik ve faydalı olma niyetiyle yaklaşır buna şüphe yok ancak yeni bilgiye karşı direçli bir yaklaşımları vardır, bu bazen istendik sonuçlar da doğurabilir, ancak yukarıda bahsedilen uygulamaların kalıcı ve uzun süreli etkilerini anlamaları şarttır. “Aşı yapılırken emzirmeyi talep edin” başlıklı makalemden sonra çokça tepkiler aldığım gerçeğini yeri gelmişken, onların dirençlerini belirtmek adına örnek vermek isterim. Bazen onların, siz ebeveynlerden daha fazla bilgilenmeye ihtiyaçları olabilir. Travma önlenemez, hayatın bir olgusudur ancak iyileştirebilir ya da en aza indirgenebilir.
Sağlık personeline aşağıdaki unsurlara dikkat edilmesini tavsiye olunur (1):
Doğanın bir döngüsü vardır. Mevsimler döner, ay büyülüp, küçülür, dalgalar gel-gitler oluşturur, güneş doğar ve batar. Kadınların bile regli döngüleri vardır. Cinsel aktivitemiz sırasında bile bedenimizin fizyolojik bir cevap döngüsü vardır (İstek, uyarılma, orgazm ve çözülme gibi).
Bu biyoritim, modern dünya insanının hızından çoğu zaman yavaştır. Bu nedenledir ki, çoğu gevşeme çalışmalarında insanlara “yavaşlamaları” yönünde telkinlerde bulunulur.
Mesela bir sümbülü düşünelim, yılın belli zamanında yani ilkbaharda açar. Her sümbül nisan 15’de açar gibi bir genelleme yapamayız, her sümbül “kendi için” doğru zamanında açar. Ya da bir nehirin akış hızını değiştiremeyiz. Her meyva olgunlaşınca dalından koparılır ve aynı ağaçta olmasına rağmen, her meyvenin olgunlaşma zamanı farklıdır.
Doğum da böyledir. Anne karnındaki her fetüs için farklı “doğru zamanlar” vardır. Olgunlaşınca zaten kendisi yaşamla kucaklaşmaya karar verir ve ona saf sevgimizle kucak açarız.
Zamanından önce meyvayı dalından koparmak gibi, huzurlu uykusunda, henüz gelmeye hazır değilken, suni sancılarla, operasyonlarla onu tabiri caizse ani ve kibar olmayan şekilde huzurlu uykusundan uyandırmak, aramıza katılmaya zorlamak, travmatik olabilir (Sağlık nedenleriyle alınanları dışlıyorum).
Ya da rahim ağzı kaslarına bebeğe yol vermek için genişlemelerine, gevşemelerine izin vermeden, yeterli zaman tanınmadan yapılan girişimlerde, kadın bedeni için travmatik olabilir. Doğumda kullanılan oksitosinin (suni sancı), emzirmeyi olumsuz etkilediğini bildiren kanıt temelli çalışmalar bulunmaktadır (3). Bir emzirme danışmanı olarak, çoğu kez emmeyen bebeklerde bu tür senaryolara fazlasıyla rastlıyorum.
İyileşme döngüleri; yönlendirilemez, hızlandırılamaz ya da değiştirilemez. Doğru zamanda kendiliğinden düzelir, iyileşir. Mesela sütünün artması için zamana ihtiyacın vardır ya da bebeğinin güçlenip, daha kuvvetli emmesi için zaman gerekir. Sana düşen, bu zaman ihtiyacına izin vermek ve saygılı olmaktır. Olanı olduğu gibi kabul etmek, ikinizi de mutlu eder. Eğer iyileşme döngüsüne saygılı olmayıp, onu hızlandırmak yönünde müdahale edersen, doğal ritme izin vermez ve sonuçta kendini ve bebeğini mutsuz edersin.
Hatta bebeği istemediği şeylere zorlamak, mesela zorla kafasından bastırıp, emzirmek, ya da açıkmadığı zamanlarda bile, çok uzun süre aç kaldığını düşünüp, zorla beslemek travmatik de olabilir.
Çocuklar, ebeveynlerinin dünyayla ilişki kurma biçimlerini benimserler. Travmatize olmuş ebeveynler, çocuklarına temel güven aşılamakta zorlanır ve bu güven duygusuna sahip olmayan çocuklarda travmalara karşı daha savunmasız olurlar. Mesela yukarda bahsedilen doğum travmasını deneyimlemiş bir anne, bebeğine güven aşılamakta zorlanabilir. Bir keresinde, bebeğini tutmaya korkan, onu düşüreceği endişesi yaşayan bir annenin emzirme sorunuyla karşılaşmıştım. Sadece bebeğini güvenle tutmasını sağlayarak, travması üzerine farkındalık sağlayarak, emzirme sorunu kendiliğinden çözülmüştü.
Bebekler doğduklarında son derece gelişmiş organizmaya sahip olduklarından annenin en derin dinginlik, endişe, huzur ya da öfke gibi duygularını algılar ve aynı tepkiyle karşılık verirler. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu, annenin farkındalıkla kendi duygusunu fark edip dönüştürmesinden geçer. Anne, eğer mutlu olursa, bebek de çok geçmeden ona aynı tepkiyi yansıtır. Bu nedenle doğum sonu dönemde her zaman “maskeyi önce kendinize, sonra bebeğinize takın” deriz. Önce anne kendi ihtiyaçlarını karşılayacak, mutlu olacak, sonra bebek zaten kendiliğinden mutlulaşacak.
Günümüzde doğumların doğasından uzaklaştığı gerçeğinden yola çıkarak, yukarıda bahsettiğim uygulamalara maruz kalan anneler için bir tavsiyede bulunabilirim. Bebeklerini giyerek (kanguru ya da slingler yardımıyla) dans etmek ya da battaniyeleri iki anne karşılıklı tutarak, bebeklerini sallamak, doğum travmasına maruz kalmış hem anne, hem bebek için şifa verir. Travmanın yarattığı hasara dair döngünün dönüştürülmeye başladığı yer işte tam da burasıdır. Hareket, ritm ve şarkı söylemek iç huzura ve hassasiyete dair nörolojik kalıpları besler. Mesela emme grevlerinde ayakta sallanarak emzirmenin, emme yönünde olumlu eksine pek çok defa şahit oldum.
Kaynaklar:
1- Levine P. Kaplanı uyandırmak, travmayı iyileştirmek. Butik Yayıncılık, 2013.
2- Pazarcıkcı F, Efe E. Çocukluk Dönemi Aşı Uygulamalarında Atravmatik Bakım Yöntemleri. Uluslararası Hakemli Kadın Hastalıkları ve Anne Çocuk Sağlığı Dergisi 2017;9:62-77.
3- Özcan ÇY, Tokat MA. Vaginal doğumda verilen oksitosin indüksiyonunun emzirmeye etkisi. Hemşirelikte Eğitim ve Araştırma Dergisi 2015; 12(3):173-174.
Paylaş