Paylaş
Günlük yaşam aktivitelerimizden tıpkı su içmek, yemek yemek, barsak boşaltımı gibi cinsellik eyleminin; merak edilmesine rağmen gebelikte, lohusalık ve emzirme döneminde nasıl olacağı üzerine çiftler doktorlarına soru sormaktan çekinirler. Bilgi kaynakları bu konuyla ilgili sınırlı olunca, internetteki bilgi kirliliğinin çiftlerde kafa karışıklığına neden olmasını da göz önüne alarak, bu hafta lohusalık ve emzirme üzerine yazmaya karar verdim.
Lohusalık döneminde kadında ani yaşanan hormonal dalgalanmalar ve aileye yeni katılan bebeğin bakımına özgü sorumluluklar, kadın ve erkeğin aile içi rollerini değiştirebilir. Küçük çocukların varlığı cinsel ilişki sıklığını azaltabilir. Çocuk bakımının getirdiği uykusuzluk, yorgunluk vb güçlükler cinsel performansta azalmaya neden olabilir. Kadın çocuk bakımından dolayı fiziksel yorgunluk hisseder, cinsel isteği azabilir.
Doktora tez* bulgularımda doğum sonu yaşanan cinselliğe yönelik bir annenin kendi cümlelerini aktarıyorum.
“Çocuk olduktan sonra oğlumdan dolayı diyebilirim ki çok uzunca süre cinsel ilişkide bulunamadık. Çünkü ben uykuyu daha öncelikli buluyordum cinselliğe göre. Oğlum olduktan sonra, uyuyamayan ve sürekli uykusuz kalan bir insan oldum (gülüyor). Yani bu o süreç, mesela ilk 2 yıl diyebilirim ki sadece hani zorunluluktan, bir görevi ifa eder gibi, çünkü şey değil, dediğim gibi önce benim dinlenmiş olmam lazım, uyumuş olmam lazım yani temel gereksinimlerimi karşılamış olmam lazım. Çocuk bakarken bu pek mümkün olmadığından cinsel yaşamım da bundan olumsuz etkileniyor.” (ZS, kadın, 31 yaşında, akademisyen, kadın faktörlü infertilite).
Emzirme hormonu olan prolaktin, kadınlarda cinsel isteği arttıran ve vaginal ıslanmayı sağlayan östrojen hormonunu baskılar. Buna bağlı, cinsel istek azalması ve vaginal ıslaklığın olmaması nedeniyle emzirme döneminde cinsel birleşme ağrılı olabilir. Memelerdeki hassasiyet ve süt gelişi, cinsel aktiviteyi azaltabilen nedenlerdendir.
Bu dönemdeki cinsellik hakkında çiftlerin ön yargıları etkili olabilmektedir. Ülkemizde birçok bölgede kırk gün olarak kabul edilen lohusalık dönemini çiftler ayrı odalarda geçiriyor, kadının eşinden sevgi ve ilgi görmeye en çok ihtiyacı olduğu bu dönemde, beklentilerini karşılamaktan ve doğum sonrası doyumlu bir cinsel hayata hazırlanmaktan uzaklaşıyor.
Erkeğin de yeni rolüyle ilgili zorlukları olabileceği, anne bebek ilişkisinde dışlanmışlık hissedebileceği, yeni doğum yapmış birinden cinsellik talep etmenin uygun olmayabileceği gibi kaygıları olabileceği, onun da anlaşılmayı ve desteklenmeyi bekleyebileceği gerçeği akılda tutulmalıdır. Uygun bir cinsel iletişim tekniği ile kaygıları paylaşmak sorunun çözümünü de beraberinde getirir.
Bazı kadınlar ise olumlu bir deneyim olarak;
Genel anlamda lohusalık ve emzirme dönemindeki en belirleyici faktör; gebelik öncesi çiftlerin cinsel uyumlarıdır. Gebelikten önce cinsel yaşamları keyifli olan çiftler, lohusalık döneminde de aynı deneyimi sürdürmektedir. Gebelik öncesi cinselliği evliliğin bir mecburiyeti olarak gören ve haz almayan kadınlar, lohusalığı cinsellikten kaçınmayı meşrulaştıran bir dönem olarak algılamakta ve cinselliği erteledikleri bilinmektedir. Bu algılara sahip çiftlerin profesyonelce desteklenmesi önerilmektedir.
Buradaki en önemli nokta; çiftlerin doğum sonrası cinsel aktivite için kendilerini hazır hissetmesidir ki bu süre değişkenlik gösterebilir. Cinsel aktivite sıklığının ve ne şekilde yaşanacağının kadın tarafından belirlenmesi önemlidir. Bir başka deyişle kadının kendini tekrar cazibeli, sevilir ve beğenilir görmesi en temel unsurdur. Eşin doğum yapan kadına bu duyguları hissettirmesi, uyumu kolaylaştıracaktır. Ayrıca doğum dikişlerinin iyileşmesinin beklenmesi de cinsel ilişkiye başlama zamanını belirleyici olabilmektedir.
Emziren kadınların fiziksel açıdan cinsel ilişkiye girmelerini engelleyecek herhangi bir neden yoktur. Cinsel eylem sırasında memelerden süt gelmesini önlemek için, memelerin aşırı uyarılmasından kaçınılabilir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre; doğumdan 8 hafta sonra kadınların %71’i, 10. haftada %90’ı cinsel ilişkiye başlamaktadır.
Ülkemizde de benzer olarak, cinsel ilişkiye başlama 40. günden sonradır. Çiftlerin tercih etmesi durumunda 40. günden önce başlanılmasında sağlık açısından herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Loşia adı verilen doğum sonu normal kanamanın devam ettiği göz önünde bulundurulmalı ve enfeksiyona yatkınlık açısından kondom kullanımı gündeme alınmalıdır. Dikişler iyileşince ve cinsel birleşmede ağrı yaşanmadığı herhangi bir dönemde doktor tarafından yasak getirilmediği takdirde çiftler istedikleri zaman cinsel ilişkiye başlayabilirler.
Dokunma, sarılma, öpme, kucaklama eylemlerinin de cinsel yakınlık kurmanın önemli yollarından biri olduğunu göz önüne alırsak, doğum sonu istenilen herhangi bir zamanda cinselliğe başlamak uygun olabilir. Cinsel birleşme ertelenmiş bile olsa doğumdan hemen sonra cinsel yakınlaşmaların başlaması kadına, erkeğe ve çift ilişkisine iyi gelecektir. Kuşkusuz ki bu yakınlık hissi ve çift ilişkisinin olumlu yönde etkilenmesi bebeğin gelişiminde de olumlu katkılar sağlayacaktır.
Bedeni tanımak önemlidir. Özellikle kadınlar gençken cinselliği tam keşfedemez, otuzlu yaşlarından sonra bedenlerini keşfetme yolculukları, orgazmı keşfetmeye dönüşür. Doğum deneyimi, kadının kaslarını ve bedenini tanıma ve kontrol etme anlamında olumlu katkılar yapar. Bedeni tanımanın en güzel yollarından bir diğeri de egzersizdir, danstır, cinselliktir. Menapoz sonrası bile kadınlarda egzersizin cinsel fonksiyonları geliştirdiği belirlenmiştir.
* Güliz Onat. İnfertilitenin Yaşam Kalitesi ve Evlilik Uyumu Üzerine Etkisi. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doğum ve Kadın Sağlığı Hemşireliği AD, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2009, İstanbul.
[fotogaleri=2264,1705,2545
Paylaş