Paylaş
Geçtiğimiz günlerde 30 ağustos günü Çin’in kuzeybatısında Yulin’de sezaryeni red edip, normal doğum yapmak üzere olan bir kadın (26 yaşında), hastanenin beşinci katından atlayarak intihar etti.
Neden, niçin, kimin ihmali, suçlu kim, nasıl bir psikoloji, hastane yetkililerinin ihmalleri vb. vurgulanması gereken ve çıkarılması gereken pek çok ders var elbette. Doğum şekillerinin günümüzde oldukça tartışıldığı, “doğal” furyasının annenin psikolojisine zarar verecek düzeye ulaştığı günümüzde “doğumun seyri ve doğallığı” üzerine birkaç şey söylemek istiyorum.
“Doğum Yapacak Olan Bir Kadın, Her Türlü Doğum Senaryosuna Hazır Olmalıdır”
Öncelikle doğal doğum uzmanı Fransız hekim Dr. Michel Odent “doğum yapacak olan bir kadın, her türlü doğum senaryosuna hazır olmalıdır” der. Yani ömrünü doğal doğuma vermiş bir hekim bunu söylüyor ise durup üzerinde bir daha düşünmek gerekir. Yakın zamanda telefonda ağlayarak “doğal doğum yapamadığı için, bebeğini de doğal şekilde besleyememekten ötürü suçluluk ve üzüntü” hissettiğini söyleyen ve sürekli ağlayan bir anneyi hatırlıyorum. Hemen perinatal pskiyatriye yönlendirdim. Çünkü bazen anneler doğum konusunda beklentilerini o kadar katı tutuyorlarki, sürpriz bir durum zaten hassas olan lohusa psikolojilerini alt üst edebiliyor. Özellikle kontrolcü kişilik yapısına sahip anneler daha fazla hırpalanıyor.
Doğal doğuma hazırlık yöntemlerinden olan Hypnobirthing Yöntemi bile öğretilerinde “doğum sırasında suyun akışına kendini bırakmayı, akışa direnmemeyi” öğütler. Nitekim o anne daha sonra psikiyatristin “sizin doğalınız bu” şeklinde söylemi üzerine rahatladığını ifade etmişti. Demek ki bazı deneyimleri özellikle doğum gibi akışına bırakmak gerek. Elbette sezaryeni daha çok seven ve gerçekten tıbbı bir zorunluluk olmamasına rağmen risk almak istemediğinden doğal doğumu tercih etmeyen hekimler de var. Bu durumda kadın doğum hekimini iyi seçmek, özellikle doğal doğum isteyen kadınların olmazsa olmazı olmalıdır. Ancak buna rağmen, sürece direnmek, istenmedik durumlara yol açabiliyor. Lohusa depresyonu gibi...Ya da bu Çin’li kadının intihar etmesi gibi.
Şimdi bakalım bu Çin’li kadının hikayesine: Kadının yaşı 26, tam doğurganlık çağında, bu güzel, herhangi bir sorun yok. Hasteneye vardığında 42 haftalık. Bu durum sağlık personelini sürmatür ya da postterm dediğimiz doğumun gecikmesi konusunda alarma taşıyabilir çünkü bu tür durumlarda bebeğin kilo alması nedeniyle, vaginal yoldan doğarken iri olmasına bağlı omuzu takılabilir, vaginal yırtıklar oluşabilir, bebek içeride kakasını yapabilir, amniotik mai azalabilir, bebek başı leğen kemiğine tam yerleşemeyebilir, buna bağlı kasılmalara rağmen rahim ağzı açılmayabilir, yani doğum ilerleyemez, zor ve uzun doğum olur, anne tükenebilir. İntihar eden bu kadında tam da bu durum gerçekleşmiş. Nitekim haberin detaylarını okuduğumuzda doktorun muayenesi sonucu bebeğin kafasının büyük olması nedeniyle vaginal doğum önermediğini, sezaryeni teklif ettiğini anlıyoruz. Ancak kadının kocası bunu kabul etmiyor. Risklere rağmen! Kadın ise yoğun kasılmalar sonucu tükenmiş durumda. Suyun akışına kendini bırakıyor ancak direnen eşi.
Ertesi gün kadının aşırı ağrı şikayetiyle doğumhaneye yatışı yapılır. Hastane video kayıtlarında kadının İKİ KEZ doğumhaneden çıkıp, kocasının red ettiği sezaryene izin vermesi için yalvardığını hatta dizleri üzerine çökerek, izin için ağladığını görüyoruz. Ancak kocası/ailesi halen izin vermez, kadının isteğine ve tükenmişliğine rağmen sezaryeni red eder. Ardından kadın, servisin beşinci katına çıkar ve “kontrol kaybı”na bağlı intihar eder.
Özellikle bu kontrol kaybını biraz açmak isterim. Doğumun geçiş evresi dediğimiz açılmanın 7-8 cm’e ulaştığı durumda kasılmalar hem çok sık, hem de çok şiddetli hissedilir. Dr. Michel Odent bunu annenin “bir başka gezegene” gitmesi şeklinde tanımlar. Hakikaten bir çok doğumda bulunmuş biri olarak şu söyleyebilirim ki, o evrede kadın hiçbir söyleneni anlamaz, bakışları değişir sanki başka bir gezegendedir ve bizim dilimizi anlamıyordur. Hatta o bakışı gördüğüm an kadının geçiş fazında olduğunu anlarım. O derece farklılaşır. Kalp ritmi, kan basıncı, solunumunun derinliği değişir, düşünen beynin kontrolünden çıkıp, ilkel beynin dürtülerinin kontrolü altına girer. Bu yüzdendir ki doğum masasında hayvanların dört ayak üzerinde durması gibi pozisyonu hiç farkında olmadan alırlar, ebe hanımların kollarını sıkarlar, ısırırlar. Ve hatta doğum sonrası bunları hatılamazlar. Yani kontrollerini kaybederler ve bu son derece normaldir. Şimdi bir de bu kadındaki uzamış ve zor doğuma bağlı yaşadığı kontrol kaybının şiddetini hissetmeye çalışın. Yani normalin çok daha ötesinde bir kontrol kaybı yaşıyor, belki hezeyan boyutunda. Sağlık personelinin takip açısından çok daha dikkatli olması gerkeen bir durum. Nitekim takipsizlik sonucu kadının beşinci kata çıktığı farkedilmemiş bile.
Şimdi vaka analizi yapalım, sorularımızı sıralayalım:
- Doğum şekline kim karar vermeli? Kadın mı? Kocası ve ailesi mi? Doktor mu?
Otorite kurumların bize önerdiği sağlık ekibi ve ailenin ortak kararı olmalıdır. Ancak burada aile kendi içinde uzlaşamıyorsa, karar verici kim olmalıdır? Doğumu yapan kadın mı? Maalesef ki bizim ülkemiz dahil pek çok ülkede ve olayın yaşandığı Çin’de kadın tek başına bu kararı veremiyor, sezaryen izin için kocanın imzası şart. Demek ki bu olaydan ilk dersi ülkelerin hukuk sistemi almalı.
- Suçlu kim?
Kendi ve doğmamış çocuğunun canına kıyan kadın mı? Tıbbi zorunluluk olduğu halde sezaryene izin vermeyen koca ve aile mi? Kadının gözlem altında olmasına rağmen, beşinci kata çıktığını fark etmeyen personel mi? Yüksek katlı binalarda intihar riskini göz ardı ederek pencere kilit sisteminin ihmal eden hastane mi? Suçlu kim konusu tartışmaya açık ama suçsuz olan belli sanırım. Henüz doğmamış bir bebek ve onu en güvenli şekilde dünyaya getirmek isteyen annesi.
Aşkla besle,
Güliz
Paylaş