Paylaş
Bu sorunun cevabını vermek için sizi bir kavramla tanıştırmak istiyorum: “Mikrobiyota.''
Bir insan bedeni; ortalama 500 farklı çeşit mikroorganizmanın da yaşadığı dinamik bir ekosistemdir aslında. Bağırsaklarımızda birlikte yaşadığımız bakteriler 2 kilo ağırlığında.
Dost bakteriler için bağırsaklar geniş bir yaşam alanına sahip olduğundan, en çok buraya yerleşir. Aynı zamanda dost bakterilerin beslenebilmesi için; zengin besin maddeleri de içerir. Bağırsak florası, bu iki sebepten dolayı bedenimizdeki en yoğun ve en zengin bakterileri barındırır.
Çünkü sağlıklı yaşamanın en temel unsurlarından biridir. Hani artık yaygın bir slogan haline gelen “ne yersen, o’sun” ifadesi var ya... İşte bu slogan; tam da bağırsak floramız ve sağlıklı yaşam arasındaki ilşkiye değinmek için biçilmiş bir kaftan adeta.
Mikrobiyota, bağışıklık sistemimizi oluşturur. Hatta ruh halimiz üzerine bile etkilidir. Mesela sağlıksız beslendiğimizde; yorgunluk, tükenmişlik, depresyon gibi duygular yaşamamız, floradaki ideal yapının bozulmasıyla ilişkilendirilmektedir. Uyku düzenimizde yine bağırsakta zararlı bakterilerin artışına bağlı bozulabilir.
Çünkü mutluluk hormonu olarak bilinen serotoninin %80’e yakını bağırsak duvarı tarafından salgılanır. Bağırsaktaki flora ne kadar ideale yakınsa, depresyon, mutsuzluk, uykusuzluk gibi ruhsal problemleri o kadar az yaşarız. Yetişkinlerde bağırsak floramızı bozan düşmanlardan biri şekerdir.
Tam da bu nedenle artık barsaklarımız “ikinci beyin” ismiyle anılıyor, günümüzde yeni bir “endokrin ya da metobolik organ” olarak tanımlanıyor ve “bağırsak sağlığı” üzerine pek çok yayın yapılıyor.
Bu kısımda, çok etkilendiğim bir deneyi paylaşmak isterim. Mikrobiyotanın sadece ruhsal etki ve bağışıklık sisemindekiler dışında, tüm metobalizmaya etkisini gözler önüne seren güzel bir deney bu. Fareler üzerinde yapıldı. Obez olan ve zayıf olan farelerin bağırsak içerikleri karşılaştırıldı ve zayıf farelerin feçesleri (dışkıları), obezlere transfer edildi. Obez farelerin zayıfladığı görüldü.
Bir bebek doğduğunda bağırsaklarında henüz mikrobiyota oluşmamıştır. İlk temasla birlikte bağırsaklarında bakteriler yerleşmeye başlar. O nedenle burayı ilk kapan bakterilerin, dost mu yoksa düşman mı (hastalık yapıcı) olduğu oldukça önem taşır. Çünkü bu ilk yerleşenler büyük oranda, kişinin hayatı boyunca var olacak bağırsak florasının içeriğini belirler. Bir bebek için dost bakteri, dokuz ay annesinin karnında yaşadığı ve ona tanıdık olan bakteriler yani annesinin derisindeki bakterilerdir. Bebeklerin anüse yakın yerden doğmasının nedenlerinden biri de budur. Doğarken, ilk olarak annesinin vaginal mukoza ve derisindeki, anüs etrafındaki florası ile ilk teması yaparak, kendi florasını da dost bakterilerle şekillendirir.
Bu nedenledir ki, bebeğin doğumda ilk temas ettiği kişinin annesi olmasını isteriz. Doğumdan hemen sonra bebeğin tensel temasla annesinin göğsüne yatırılmasını benimseriz. İlk temasın anne ile sağlanarak, bebeğin florasının dost bakterilerle ilk olarak tanışmasını sağlarız. Sezaryenle doğanlara kıyasla, vaginal yoldan dünyaya gelen bebekler, annelerinin imzalarını taşır.
Herhangi bir tıbbı ya da acil gereklilikten dolayı vaginal doğumla dünyaya gelemeyen bebekler için, annesinin vaginal florasındaki dost bakterilerle tanışmak için son yıllarda henüz deneme aşamasında olan “vaginal tohumlama” yöntemi tartışılmaktadır. Bu yöntemi önermek için henüz yeterli çalışma yok, avantaj ve dezavantajların net olarak henüz bilinmediği bir dönemdeyiz. Ancak yöntem kabaca şu: Annenin vaginasından sürüntünün, sezaryenle doğan bebeklerin cildine, yüzüne, ağız ve gözlerine sürülmesi işlemi. Bu işlemin rutine konması için daha fazla sayıda çalışmaya ihtiyaç var.
Bazen bebeğin yoğun antibiotik tedavisine maruz kalması bağırsak florasını bozar ve bebekte ishaller bu nedenle görülebilir. Tek doz bile olsa antibiotikten sonra, florasının eski halini alması kabaca yüz gün sürebilir. Bebeğinizin ilk başlangıç yemeği de hayatı boyunca edineceği florasını şekillendiren önemli bir unsurdur.
İlk besini mama olan bir bebeğin florası ile, anne sütü olanın florası birbirinden farklıdır. Mama ile beslenen bebeklerde kabızlık, gaz sancısı, ağlama nöbetlerine sık rastlanmaktadır. İnfeksiyonlarda sık görülebilmektedir. Nedenini, aşağıdaki kısmı okuduktan sonra daha iyi anlayacaksınız.
Bağırsak mikrobiyotasının nasıl oluştuğunu anladıktan sonra şimdi gelelim fonksiyonuna. “Ne yersek o’yuz” çünkü yediklerimiz bağırsak kalemizden geçer. Bağırsak kalemizdeki nöbetçi askerler ne kadar fazla ise, zararlı bakterileri kaleden içeri almaz yani bedenimize sokmaz. Ancak nöbetçi askerler ne kadar az ise, hastalık yapan bakteriler, kaleden içeri girer ve bedenimizde hastalık yapar.
Anne sütü alan bebeğin bağırsak florası “bifidobakteri” adı verilen dost, zararsız bakterilerle zaman içinde şekillenir. Bu bakteriler bağırsak pH’ını asidik tutarak, zararlı bakterilerle savaşırlar, savunma sistemini oluşturur, sindirimi kolaylaştırır. Bir kez dahi mama verilen bebeğin florası ise değişmeye başlar. Mama devam ettikçe de pH’ı alkalene doğru kayar ve savaşma yetenekleri azalır. Zamanla bifidobakteri azalır, “enterobacteri” denilen zararlı flora çoğalmaya başlar. Anne sütüyle beslenen bebeklere günde bir kez mama verilse bile, bağırsak florası mama ile beslenen bebeklerin florasına dönmeye başlar. Tekrar sadece anne sütü verilse bile, floranın eski haline dönmesi 2-4 haftayı bulur.
Anne sütünde bulunan “oligosakkaritler” doğal savunma mekanizmalarıdır ve mamalarda yoktur. Mamalarda bulunmayan oligosakkaritler sayesinde, kalemizdeki nöbetçi askerleri yani bifidobakterileri anne sütü ile bebeğimizi besleyerek, arttırabiliriz.
Kıssadan hisse;
Bebeklerimizin sağlıklı bir yaşam sürmesinde ilk adım onları (tıbbi/acil gereklilik olmadığı sürece) normal doğumla dünyaya getirmektir. Anne sütü ile beslemeli/emzirmeli ve mümkün mertebe gereksiz antibiotik kullanımından kaçınmalıyız.
Paylaş