Paylaş
Sıkıntı yaratan bir durumla karşılaştığınızda, âdeta bedeninizin dışına çıkar gibi bulunduğunuz mekândan birazcık uzaklaşıp, kendinizi ve diğer insanları incelediğinizi düşünün. İç sesinizle “Şu an tam olarak olan ne?” diye sorun. Son olarak, gözlemlediklerinizi tek cümleyle ifade edin. Aşağıda vereceğim örnek, bu yöntemin pekiştirilmesi açısından faydalı olacaktır.
Danışanlarımdan biri özel bir şirkette satın alma uzmanı olarak çalışıyordu ve işe her gün zorla gittiğini, ortamı beğenmediğini, işleri yürütemediğini söylüyordu. Ondan gözlerini kapatıp, kendini, yapmaktan hoşlanmadığı veya en çok zorlandığı işi yaparken sanki hayali bir provada gibi izlemesini istedim. Gözlerini kapatıp iş yerinde olanları kafasında canlandırdığında yüzünü ekşittiği fark ettim ve ona “Şu anda tam olarak ne görüyorsun?” diye sordum. Şunu söyledi: “Avanta teklif eden bir tedarikçiyle tartışıyorum!” cümlesini tamamladığında aniden gözlerini açıp, onu en çok rahatsız eden şeyin bu olduğunu mahcup bir edayla bildirdi. Bu bana daha önce anlatmadığı ve belli ki yanlış anlaşılmaktan çekindiği için dillendirmeye niyetinin olmadığı bir mevzuydu.
Danışanım sıkıntısının kaynağını tespit etti, fakat çözmesi için ne yapması gerekiyordu? Zaten bu tarz teklifleri reddediyordu ve buna rağmen bir çözüm olmuyordu. Her gün şirketin kasasından yüklü miktarda para harcamak ve üretim için gerekli malzemeleri bu şekilde temin etmek, bunu yaparken de tedarikçilerle iletişim halinde olmak şirketteki işinin gereğiydi.
Bazı tedarikçilere konu hakkındaki görüşlerini tane tane izah etmiş olsa da konuşmanın sonunun anlayamadığı şekilde hararetli bir tartışmaya vardığını, içinden çıkılmaz bir hal aldığını omuzlarını düşürerek anlatıyordu. Bu sorun onu istifaya götürecek gibi görünüyordu. Aslında onlarla yaptığı konuşma öncesinde görüşlerini belirtmenin bir yararı olup olmayacağını kısa bir an kendisine sormuş olsa, ne yapması gerektiğini ve neden tartışmaya mahal verdiğini anlamış olurdu.
Danışanım görüşmemizin sonlarına doğru, şirketin satın alma faaliyetlerini onlarla yürütmesi için atağa geçen bazı tedarikçilerin, ona çeşitli hediyeler gönderdiklerini ve -reddetmesine rağmen gönderilmiş olsalar da- zaman zaman bu hediyeler karşısında kendini teşekkür etme mecburiyetinde hissettiğini itiraf etti. Ancak durumun onu huzursuz ettiğini ve patronuna karşı bir tür vicdan azabı çektiğini de sözlerine eklediğinde, gözlerinin içine bakarak, başımı onu anladığıma dair hafifçe salladım ve yapması gereken şeyi kendisinin keşfetmesi için imalı şekilde “O zaman…” deyip, sustum. Cümlemi tamamlamakta gecikmeyerek, “O zaman buna bir son vermek için eylem planı hazırlamalıyım” dedi. Evet, kesinlikle yapması gereken buydu. Ancak bunu nasıl yapmalıydı? Bir soru cümlesi seçmeliydi ve hem karşısındaki kişiyi yaptığı şey hakkında düşündürmeli hem de usulca ikaz etmeliydi. Aynı zamanda yedekte bekleteceği bir soru cümlesine daha ihtiyacı olabileceğini öngörmek gerekiyordu. Bunları düşünerek ilk soruyu belirledik: “Bana avanta teklif etmiyorsunuz öyle değil mi?” Yedekte tutulacak soru da şöyleydi: “Beni deniyor veya sınıyorsunuz herhalde?”
Bir sonraki görüşmemizde, çalışmamızın işe yaradığını öğrenip detayları not aldım. Danışanım oldukça öz güvenli görünüyordu ve yedek soruya bile ihtiyaç duymadan, sorununu tek soruyla çözdüğünü, “Bana avanta teklif etmiyorsunuz öyle değil mi?” diye sorduğunda, karşı tarafın hem durumu anladığını, hem de hiç olmamış gibi inkâr ederek davranışını tekrarlamaktan vazgeçtiğini anlattı. Hatta şirket için düzenlemiş olduğu organizasyonda, onu ön sıralara yazması için teklifte bulunan ve kendisine öncelik vermesini isteyen bir arkadaşının yaptığı baskı karşısında da aynı taktiği uyguladığını, arkadaşına “Yoksa benden diğerlerinin hakkını yememi mi istiyorsun?” diye sorduğunu ve böylelikle sıkıntısız şekilde başından savdığını da gururlu bir ifadeyle aktardı.
Danışanım, bazı konular hakkındaki görüşlerini uzun uzadıya ifade etmesinin bir yarar sağlamadığını ve gerek iş gerekse özel yaşamında sonuç odaklı davranması gerektiğini anlamıştı. Kendini savunmaya veya karşı tarafı suçlamaya kalkışmadan, problemlerini olaysız şekilde çözmeye başlamıştı. Artık esas sorunu nasıl tespit edeceğini ve hangi soru kalıplarıyla çözebileceğini bildiği için içi rahattı.
Baskıcı insanlar çoğu zaman, reddedildiklerinde veya düz cümlelerle uyarıldıklarında değil, yaptıkları şey diplomatça yüzlerine vurulduğu zaman farkındalık yaşar ve tekrara düşmez.
Paylaş