Paylaş
Modern toplumlarda insan cinselliği üzerindeki baskılar sadece dar anlamda kısıtlayıcı yönde değildir. Görünüşte özgür bir cinselliğe karşı olmayan bazı tutum ve davranışlar da doyurucu bir cinsel yaşamı engelleyebilir. Kadın ve erkekleri cinsel ilişkilerinde değişmez rollere iten kısıtlayıcı bir cinsellik anlayışı, özellikle son yılların cinsel özgürleşmesiyle birlikte etkisini gösterir.
Cinsel tutukluğa yol açan etkenlerden biri, reddedilme korkusudur. Bazı erkekler, eşleriyle birlikteyken penislerinin hemen sertleşmeyeceğinden veya orgazmlarını tutamayacaklarından endişelenirler. Bazıları da eşlerine yeterince zevk verecek cinsel teknikleri iyi bilmedikleri için tasalanırlar. Kadınlar da cinsel ilişkide kötü bir performans gösterdiklerinden, sözgelimi eşleri kadar kolay orgazm olamadıkları için onları tatmin edememekten çekinirler. Bazıları ise fiziksel görünüşlerinin yeterince çekici olmadığını, göğüslerinin çok küçük, bacaklarının fazla kısa vb. olduğun düşünür. Kişinin kendini cinsel hazza bırakacağı yerde bu türden bir gerilim içine girmesi, sürekli olarak kendini yargılaması, cinsel arzuyu öldürür. Birbirini seven, birbirine önem veren ama çok deneyimli olmayan iki eşin ilk gecelerinden karışık, tatsız duygularla ayrılmalarının nedeni de tamamen bu türden bir performans kaygısıdır. Oysa doyurucu bir cinsellikte önemli olan, şu ya da bu tekniğin uygulanması, vücudun şu ya da bu noktasının çekici olup olmaması değil, iki eşin de kendilerini içlerinden gelen isteklere bırakabilmeleridir.
Son yılların cinsel özgürleşme hareketinin çeşitli etkileri olmuştur. Bir yandan utangaçlık gibi daha eski cinsel sınırlanmaların etkisini azaltmış ama bir yandan da cinselliğin standartlaşmasına, kalıplaşmasına yol açmıştır. İçinde yaşadığımız yarışmacı toplumlar, sevişmeyi çok belirli cinsel birleşme tekniklerine indirgemekte ve bu teknikleri en ustaca uygulayan kişileri de ideal dişi veya erkek ilan etmektedir. “ Kadınları tatmin etme teknikleri”, “cinsel teknikler” vb. isimlerle çıkan yüzlerce yayın bu standartlaşmanın göstergesidir.
Bu kalıplaşmanın cinsellik üzerindeki etkisi üç noktada toplanabilir:
1. İlişkide erkek insiyatifinin abartılması: Kendisinden hep aktif bir rol beklenen, sevişmeyi başlatması ve baskın durumda olması istenen bir erkek, hep aynı “performans” düzeyini tutturamadığını görünce, kendi cinsel gücünden kuşkuya kapılabilir. Hele ki cinsellikle ilgili iç çatışmalar ve sıkıntılar taşıyorsa, bu kuşku giderek büsbütün cinsel ilişkiden soğuma haline gelebilir. Sonuçta cinsel tepkimelerini ya bütünüyle ya da kısmen yitirebilir; bilinen deyimiyle iktidarsızlaşabilir. İlişkide insiyatifi ele almanın kadınca olmadığına inandırılmış bir kadın da, sevişme sırasında kendini fazlaca sınırladığında aynı sorunla karşılaşır; bu yapay pasiflik onu öyle doyumsuz bırakır ki, cinsel ilişkiden hiçbir zevk almaz olur ve giderek soğuklaşır.
2. Modern cinselliğin saplantısı: Sevişmenin diğer biçim ve yönlerini ihmal etme pahasına “ çiftleşme”nin aşırı vurgulanmasıdır. Sadece erkek ve kadın üreme organlarının birleşmesine indirgenmiş bir cinsellik bedenin diğer erojen bölgelerinin duyarlılığının yok olmasına yol açabilir ki bu da cinsel hazzın sınırlanmasına ve doyum olanağının azalmasına neden olur.
3. Modern cinsellikte orgazm: Mutlak bir zorunluluk olarak görülür. Cinsel ilişkiye mutlaka orgazma ulaşma düşüncesiyle yaklaşılması, sevişmeyi başlı başına bir amaç olmaktan çıkarıp bir başka amaca, orgazma erişmenin en kısa yolu haline getirir. Bu da sevişme ve cinsel haz süresini kısalttığı gibi erken boşalma gibi sorunlara da neden olur. Başka bir deyişle, cinsellik bir “iş” haline gelmekte, kişisel başarı ya da başarısızlığın ölçüleceği bir sınav alanına dönüşmektedir.
Cinsel ilişkinin böyle standartlaştırılması, belli reçetelere bağlanması, insanların cinsel tepkilerinin zayıflamasına ve isteklerinin azalmasına neden olur. Bu nedenle modern cinsel terapistler, eşlerin sevişme sırasında daha değişik yöntemler uygulamasını, orgazm olmak için kendilerini zorlamamalarını hatta bir süre orgazmdan kaçınıp sadece aşk oyunlarıyla yetinmelerini önermektedirler.
Uzman Psikolog
Beril Pabuççuer Öztürk
Paylaş