Paylaş
Yaşanan en güzel hazlardan biri olan sevişmeyi belki de kabus haline dönüştürebilmiş ender toplumlardan biriyiz. Seks; hava gibi su gibi bir ihtiyaçtır diye konuşabilecek kadar kendini aşmış kişilerin bile seks konusu açıldığında duraksadığı hala ‘mahrem ve kırmızı nokta’ olarak görülen bir konudur seks ve cinsellik.
Dünya bacaklarımızın arasında dönmesine rağmen, en zengininden en fakirine, en muhafazakârından en radikaline, gencinden orta yaşlısına kadar herkesin ilgi odağı ve ihtiyacı olmasına rağmen ve her şeyden önemlisi bizi harekete geçiren en büyük enerjilerden biri olan seks neden hala tabu?
Acaba kendimize mi güvenmiyoruz? Ya da ne?
Bu toplumsal ironinin temelinde Müslüman bir toplum olmak ve bu kültürün yarattığı toplumsal baskı elbette en büyük rolü oynamaktadır. Geçmiş bir kenara, bugün bile hala cinselliği konuşmayan, bu konuda soru sormayan hatta televizyonda bir öpüşme sahnesi çıkınca insanların suç işlemişçesine yüzlerinin kızardığı bir kültürün etkisinden bahsediyoruz.
İnsanlar bu toplumsal baskıyı yırtabilecek güce erişmiş olsa da, kendini modern ve entelektüel olarak nitelese de yüzyıllardır bilinçaltına işlenmiş olan bu baskının izleri hala gölge gibi ensemizde hissedilmektedir.
Hastalık derecesinde sekse odaklanıyor
Bu bastırılmışla ‘ayıp, günah, yasak’ şekillenmiş olan bilinçaltımız; seksle tanıştığında bu zincirlerini kırıp, özgür düşünemiyor ve hastalık derecesinde tek hedef olarak sekse odaklanıyor.
Hal böyle olunca en romantik yakınlaşmalarda bile çiftler; yatakta işini iyi yapmanın, görevini tamamlamanın rahatlığıyla yığılıp kalmaktalar. Sekse aç ve sekse dair hiçbir şey bilmeden, öğrenmeden yetişen çiftler seksi doğaçlama yaşayıp, seksi sadece cinsel organların fonksiyonu olarak görüp, boşalmaya odaklı yaşadıkları için asıl hazzı kaçırıyorlar.
Bu şekilde ruhunu doyurmadan sadece bedene odaklı kap-kaç şeklinde yaşanan cinsellik ne kendilerini doyuruyor ne de partnerlerini.
Psikolog Bekir Fehmi Örmeci
Paylaş