Paylaş
Aslında olmasını istemediğimiz şeyin yaşanması için gerekli zemini biz oluşturuyoruz. Peki, bunu nasıl ve neden yapıyoruz? Adına ister “yansıtmalı özdeşim savunma mekanizması” deyin, ister “şema tetiklenmesi.” Terminolojik olarak ne isim verirseniz verin, temeldeki sebep düşünce sisteminizdeki çarpıklığın davranışlarınızı etkilemesi ve sizin davranışlarınızın da dalga dalga, etkileşimde olduğunuz tüm sosyal çevreye sıçraması.
İşin doğasına bakacak olursak, insan sosyal bir varlıktır ve yaşamını ancak bir sosyal sistem içinde sürdürebilir. Ama bu sistem öyle bir özelliğe sahiptir ki içinde bulunan herkesin davranışlarından etkilenir, tıpkı kelebek etkisi gibi... Birinin yaptığı bir hareket, o sistemin içinde bulunan herkesi etkiler. Bir örnek; diyelim ki iş yerinde bir arkadaşınızla aranızda ufak bir anlaşmazlık yaşandı ve sizin ruh haliniz, bu durumdan olumsuz etkilendi. Eve suratınız asık bir şekilde gittiniz. 12 yaşındaki kızınız, sizin suratınızın asık olduğunu gördü ve “Sınavdan düşük not aldığım için annem bana kızgın” diye düşündü. Bu düşünce onun ruh halini de olumsuz etkiledi. Kızınız da internetten arkadaşıyla konuşuyordu ve arkadaşı ufak bir şaka yaptı ama o da buna alındı çünkü ruh hali, şaka kaldırabilecek durumda değildi. Bu durumda kızınızın arkadaşının ruh hali de olumsuz etkilendi. Onun iletişimde olduğu herkes de bu durumdan payına düşeni muhtemelen alacaktır. Bu esnada siz evde, iş yerinde yaşamış olduğunuz sıkıntılı durumun etkisiyle, suratınız asık bir şekilde otururken, eşiniz yanınıza geldi. “Kesin annem bizi akşam yemeğine davet ettiği için bana trip atıyor” diye düşündü ve belki o da size surat astı ama bir yandan da modu düştü eşinizin ve top oynamak için yanına gelen küçük oğlunuzu tersledi, onu reddetti. Tabii bu durumda oğlunuzun da morali bozuldu ve belki köpeğinize mama vermeyi unuttu bu olumsuz ruh halinin etkisiyle...
Şimdi bu olayın çıkış noktasına baktığımızda, görebiliyor musunuz küçük bir olay, dalga dalga nasıl o sistemin içindeki tüm insanları etkiliyor... Çünkü hayat bir düzenek aslında ve çarklardan birinin farklı hareket etmesi tüm sistemi etkiliyor.
Artık bu çerçeveden baktığımıza göre, korkularımızı nasıl gerçeğe dönüştürdüğümüzü inceleyebiliriz.
Aslında mesele şu; her insanın korkuları vardır. Ama çoğu durumda bu korkuların vesvese olduğunu bilir ve kendimizi sakinleştiririz. Eğer bizim işlevselliğimizi bozan, sağlıklı ve rasyonel düşünmemizi engelleyen, benlik algımızla ilgili şemalarımız varsa, biz bu korkuların vesvese olduğunu fark etmeyebilir ve bu korkularla mücadele edebilmek için yanlış stratejiler geliştirebiliriz.
Bir örnekle açıklamak gerekirse; eğer benim duygusal yoksunluk şemam var ise yani içten içe “Ben sevilmez biriyim” düşüncesine inanıyorsam, en ufak bir stres karşısında şemam tetiklenebilir ve ben partnerimi kaybetme korkusu yaşayabilirim. Başta belirtildiği gibi herkes zaman zaman bu korkuyu yaşayabilir ama eme eğer kişinin duygusal yoksunluk şeması yoksa, daha önce de eşi ile benzer zorluklar yaşadıklarını ve nasıl üstesinden geldiklerini hatırlayarak “Yine aşabiliriz” düşüncesini geliştirir ve korkusunu dağıtır. Fakat duygusal yoksunluk şeması olan bir insan için bunu yapmak; neredeyse imkansızdır. Onun şeması bir kez tetiklendiğinde ve bir kez “Ya eşimi kaybedersem” korkusu yaşadığında, artık bu korkuyla savaşı başlamıştır ve onu yenmek için yanlış stratejiler uygulaması kaçınılmazdır. Mesela sevgilisine sürekli “Beni seviyor musun? Beni hiç bırakmayacaksın değil mi? Hiç ayrılmayacağız değil mi?” gibi sorular sorarak onay arar. O kadar çok sorar ki bu soruları, karşısındaki artık cevap vermekten yorulur ve ilişkiyi bitirmek ister. Bu aşırı çok soru sorma ve onay alma isteği, kişinin sergilemiş olduğu “aşırı telafi” başa çıkma stratejisidir ve görüldüğü gibi pek de işe yarar değildir.
Diğer bir işlevsel olmayan baş etme stratejisi ise “kabullenme”dir. Bu da kişinin korktuğu şeyin başına geleceğine inanması ve bu durumu çoktan kabullenmesini içerir. Yine “Ben sevilmez biriyim” düşüncesine sahip birini örnek alacak olursak bu kişi “Terk edileceğim” korkusu yaşadığında, buna o kadar çok inanır ki, ilişkisinin olumlu yanlarını asla görmez, partnerinin kendisi için yaptığı güzel şeyleri fark etmez, kendisi de partnerini mutlu etmek için çaba göstermez. Sanki gizli bir yas sürecinin içinde gibidir ve en sonunda sevgilisi ya da eşi de tek taraflı bir ilişkiden doyum sağlayamaz ve ilişkiyi bitirmek ister.
Bir başka işlevsel olmayan baş etme stratejisi ise “Karşıt tepki gösterme”dir. Bu durumda da kişi, yaşamak istemediği şeyi kendi yaparak, sonrasında çekeceği acıyı azaltmaya çalışır. Yine “ben sevilmez biriyim” diye düşünen birinin, “eşim beni terk edecek” korkusu yaşadığını farz edelim. Bu durumda kişi; “o beni terk etmeden, ben onu terk edeyim” şeklinde düşünür ve ufak bir problemde ya da herhangi bir sebep yokken, eşini terk ederek, ilişkisini bitirir...
Şeması tetiklenen kişinin baş etme stratejisi bu 3 şekilden hangisi olursa olsun, her durumda sonuç kişinin korktuğunu yaşamasıdır. Çünkü kişinin davranışı karşısındakinin tepkilerini, duygularını ve düşüncelerini de etkiler.
Eğer siz de sıklıkla, tekrarlayan bir şekilde korktuğunuz şeyleri yaşıyorsanız bu durumda tetiklenen bir şemanın olabileceğini düşünmekte fayda var. Böyle bir süreçte, tekrarlayan problemli ilişkilerinizde, sizin hangi baş etme stratejisini kullandığınızı fark etmeniz önemli; çünkü ancak o zaman çarkın dişlilerine müdahale edebilirsiniz.
Son olarak; bu konuda detaylı bilgiye ulaşmak için; “Hayatı yeniden keşfedin” ve “İyi hissetmek” isimli kitapları okumanızı öneririm.
HÜRRİYET AİLE ÖZEL
Paylaş