Paylaş
Aslında pek çok nokta besliyor bu durumu, nedenlerin bazıları ise şunlar:
Duygularımızın farkında olmadan olay, kişi ya da durum odaklı yaşıyoruz anı. Yaşadığımız olayların nedenlerine ve sonuçlarına çok fazla takılıyor, bu durum karşısında ne hissettiğimizi göz ardı ediyoruz. Bu da kendimizi anlamamızı engelliyor. Anlamadığını, anlatabilir mi insan? Elbette hayır! Bu sebeple dikkatimizi olaylardan, kendi duygularımızı anlamaya çekmek önemli...
Kendimizi ifade etmek yerine, çoğu zaman karşımızdakini suçlama eğiliminde oluyoruz. Kendi duygu, düşünce ve isteklerimizi ifade etmek yerine karşımızdakinin hatalarını bulup söyleme, şikayetlerimizi bildirme ve eleştirme eğilimindeyiz genel olarak. Oysa bu, karşımızdakini savunma durumuna geçirmekten başka bir şey yapmıyor. Suçlamak; suçlanmayı da beraberinde getiriyor ve haliyle çatışma kaçınılmaz oluyor.
İletişimsizliğin diğer bir sebebi ise çok şey bekleyip beklentilerimizi az ifade etmemiz. Konuşmadan anlaşılmak istiyoruz. “Bakışlarımdan anlasın ne demek istediğimi”, “Ses tonumdan anlasın kızdığımı” gibi gerçek dışı beklentiler var ama bu mümkün değil ve düşünceleri okuyan bir alet icat edilinceye kadar da mümkün olmayacak gibi görünüyor. Ne istediğimizi söylemek; ayıp değil, yasak değil, bir hata da değil... Söylenmeyen bir şeyin duyulması mümkün değil... Bu sebeple, istediklerimizi söylemekten korkmamakta fayda var; “bu konuda konuşalım istiyorum”, “biraz ilgiye ihtiyacım var, benimle ilgilenir misin?” “Sosyalleşmek istiyorum, dışarıda yemek yiyelim mi?” Gibi, neyse isteğimiz; anlaşılmayı beklemek, anlaşılmadığında ise üzülmek yerine; ifade edelim...
Başka bir iletişim engeli: Zihin okuma. Bu kavram, karşımızdakinin ifade etmediği durumları, çıkarımlar yaparak doğru kabul etmek anlamına gelir. Örneğin eşiniz eve geldiğinde suratı biraz asıktı, belki işte kötü bir gün geçirdiği için. Size, saçınızı beğenmediğine dair herhangi bir şey söylememesine rağmen siz “Kesin saçımı beğenmedi, ondan suratı asık, artık beni güzel bulmuyor, bu ilişkiden sıkıldı” gibi bir yorum yaparsanız, burada zihin okuma yapıyorsunuz demektir, ki bu da sağlıklı bir iletişim kanalı değildir.
Bir diğer iletişim engeli kalıp olarak inandığımız; “-meli/-malı” cümleleridir. “Erkek romantik olmalı”, “kadın naz yapmalı, erkek alttan almalı” gibi kalıp olarak inandığımız ve zorunluluk olarak benimsediğimiz durumlar, genel olarak iletişimi işlevsizleştirir. Çünkü her insan özel ve biriciktir. Her insanın özellikleri, duyguları ve bu duyguları yaşama biçimi farklıdır. Karşımızdakine bazı kalıp durumları giydirmeye çalışmak ve üzerinde istediğimiz gibi durmadığında hayıflanmak hem karşımızdakine hem de kendimize yaptığımız büyük bir haksızlık olur. Her ilişkinin dinamiğinin parmak izleri gibi eşsiz olduğunu, biri için doğru olanın, bir başkası için uygun olmayabileceğini unutmamak gerekir.
Gelelim en büyük iletişim engeline: Karşımızdakini olduğu gibi kabul etmek yerine, onu değiştirmeye çalışmak, bizim arzu ettiğimiz özelliklere sahip olmadığı için karşımızdakini suçlamak! Çocuğumuzdan örnek verecek olursak; farz edelim ki ergenlik dönemindeki çocuğunuz biraz girişken, konuşkan bir çocuk ve bu sizin çok hoşunuza gitmiyor, siz çocuğunuzun daha oturaklı, daha ağırkanlı olmasını istiyorsunuz. Böyle olmadığı için her fırsatta çocuğunuzu eleştirmeniz, onu değiştirmeye çalışmanız, ilişkinizi nasıl etkiler sizce? Ya eşiniz? Daha sakin bir hayatı seven, sosyalleşmekten hoşlanmayan biri diyelim ki... Ama siz de tam aksine, onun daha hareketli biri olmasını istiyorsunuz ve onu sürekli, böyle olması konusunda yönlendiriyorsunuz. Sizce bu durumda ilişkiniz nasıl olur? Peki ya siz? Ömrünüz boyunca sahip olduğunuz özellikler bir başkası tarafından değiştirilmeye çalışılsa nasıl hissederdiniz? Karşınızdakine nasıl tepki verirdiniz ve ilişkiniz nasıl olurdu?
Birini değiştirmeye çalışmak aslında ona “Ben seni beğenmiyorum, seni sen yapan özellikler benim hoşuma gitmiyor, benim seni sevebilmem için değişmen lazım” demenin bir başka yoludur. Sizin iletişim kurduğunuz insanlara vermek istediğiniz mesaj bu mu? Cevabınız “hayır” ise yapmanız gereken şey, karşınızdakini olduğu gibi kabul etmektir.
Özetle ilişkilerde sağlıklı ve işlevsel bir iletişim kurmak aslında çok basit. Bunun için birkaç tüyo vermek gerekirse…
1. Karşınızdakini koşulsuz kabul edin. Onu olmasını istediğiniz insana dönüştürmek yerine, olduğu gibi sevin.
2. Olayların nedenlerine ve sonuçlarına takılmak yerine, sizde uyandırdığı duyguya bakın. Bu hissin, bedeninizde nasıl bir reaksiyon uyandırdığına odaklanın. Örneğin, nefes alış verişiniz mi hızlandı, kalp atışınız mı yavaşladı, elleriniz mi terledi, duygunuz bedeninizde nerede ve ne şekilde hissediliyor? Bunları bir araştırın, kendinizle bağlantı kurun. Önce siz kendinizi anlayın ki, diğerlerine de rahatça anlatabilin.
3. Karşınızdakini suçlamak yerine duygu, düşünce ve isteklerinizi ifade edin. Az şey bekleyip, çok şey bildirin.
4. Zihin okumayın. Kendi sezgilerinize göre değil, karşınızdakinin söylediklerine göre şekillendirin ilişkinizi.
5. “-meli/-malı” kalıp yargılarıyla bir heykeltıraş gibi şekil vermeyin ilişkinize. Karşınızdakinin ve onunla olan ilişkinizin biricikliğini kabul edin.
6. Problem odaklı olmak yerine, çözüm odaklı olun. “Tamam, peki şimdi ne yapabiliriz?” sorusu bazen en zor kilitlerin bile anahtarı olabilir.
7. Yaşanan sorunlarda, kendi payınıza düşen sorumluluğu almaktan çekinmeyin. Bir problem yaşandığında “Acaba benim bunda payım nedir?” sorusunu muhakkak sorun kendinize. Bu soruya objektif cevaplar bulamıyorsanız “Acaba en yakın arkadaşım böyle bir sorun yaşamış olsaydı, ona hangi noktalarda hatalı olduğunu söylerdim?” şeklinde düşünebilirsiniz.
Unutmayın; ilişkilerin dinamiğini etkileyen pek çok faktör var ve siz de bu faktörlerden birisiniz. Kendinizde ya da davranışlarınızda yapacağınız en ufak bir değişiklik, kelebek etkisi gibi tüm sistemde bir değişiklik meydana getirebilir. Bu sebeple değişime önce kendinizden başlayın.
HÜRRİYET AİLE ÖZEL
Paylaş