Paylaş
Bu aralar babamın rahatsızlığı sebebi ile hastanelerdeydik. Bir kaç günde kasabamızdaki devlet hastanesinde kaldık. Kaldığımız odanın o kadar güzel bir manzarası vardı ki, yeşili, sarısı onlarca tona bezenmiş uçsuz bucaksız bir ova manzarası. Etrafa serpilmiş zeytin agaçları. Açılan çukurlara dolmuş sularıyla manzaraya güzellik katan iki göleti. Bu iki göletin arasına yapılmış derme çatma bir kulübe, bir tarafta büyük baş hayvanlar için özenle balyalanmış ve istiflenmiş samanlar. Bir tarafta ördekler, kazlar, güvercinler ve bir bekçi köpeği. Diğer tarafta çitlerle çevrilmiş sahipli olduğunu söyleyen bakımsız bir giriş kapısı.
En çok dikkatimi çeken ise kulübeye biraz uzak zeytin ağacının altındaki yalnız eşek. Sanki zeytin ağacını, kendisine ev edinmiş gibi, sürekli orada kalıyor. Gündüz bir ara güneşe çıkıyor. Bir süre, bir şeyler yiyor. Sonra uzun bir süre hiç kıpırdamadan hatta heykel gibi duruyor. Sonra gözden kayboluyor “aaa gitti mi” diye konuşurken tekrar çıkıyor. Fark ettik ki, güneşin yönüne göre ağacın altında yer değiştiriyormuş.
Sonra dikkatimi diğer taraftaki bir grup kaz ve ördek çekiyor. Dönüp onları seyrediyorum. Onlar grup olmuş, kalabalık bir şekilde suya doğru gidip, suda uzun uzun yüzüyorlar. Sesleri geliyor, sanki konuşup oyun oynuyor gibiler. Derken elinde yemler ile gelen çiftliğin sahibini gören ördekler, kazlar sanki bayram yaparcasına uçup karınlarını doyurmaya geliyorlar. Öyle mutlu görünüyorlar ki, dünya dursa, kıyamet kopsa umurlarında olmazmış gibi. Çünkü yalnız değiller diyorum, kendi kendime.
Onları seyrederken kazlar ile ilgili yıllar önce duyduğum enteresan bir öykü geliyor aklıma. Kazlar tek eşli yaşayan, eşine ve yavrularına çok bağlı hayvanlarmış. Eşleri hastalandıkları zaman birbirlerine çok iyi bakarlar ve iyileşene kadar birbirilerinin başında nöbet tutarlarmış.
Sonra dönüp babamın yanından bir an bile ayrılmayan anneme bakıyorum, ne büyük bir sevgi, ne güzel bir hayat arkadaşlığı diyorum. İyi günde, kötü günde dedikleri bu olsa gerek. Sonra annemi yalnız bırakmayan bizlere ve bizleri yalnız bırakmayan dostlarımıza bakıyorum; ne güzel diyorum zor zamanlarda el ele vermek, bir olmak, birbirini anlamak, sırtını sıvazlamak. Bazen bir küçük gözyaşı, bazen bir minik kahkaha ile o anın geçmesine destek olmak.
Sonra dönüp tekrar eşeğe bakıyorum. İçim sızlıyor. Ne zor diyorum, yalnız. Acaba kaç yazdır yalnız? Kim bilir kaç yaz daha? Acaba ailesi nerede? Çocukları var mı? Ya arkadaşları? Keşke diyorum onlarla olabilse. Sadece onlar birbirilerinin dilinden anlar, ne ben, ne kazlar, ne ördekler, ne kuşlar...
Bir sahibi de olsa, çok da iyi bakılsa, tüm ihtiyaçları karşılansa da eşeğin o yalnızlık duygusunu yok edebilir mi sizce? Eşinin ya da arkadaşlarının onu anlayacağı gibi sahibi, kazlar ya da ördekler onun ne hissettiğini anlayabilir mi peki? Hayatta sadece ihtiyaçların karşılanması ve sevgi ile davranılması mutlu bir yaşam sağlar mı?
Bir yalnız eşeğe bakıyorum, bir mutlu kazlara, bir kenetlenmiş bizlere...
Baktıkça herkesin bir yol arkadaşına, onu iyi anlayacak bir dosta, sohbet edecek bir sırdaşa, sırtını sıvazlayacak bir yoldaşa, zor zamanda kenetlenecek kalplere ne kadar ihtiyacı olduğunu fark ediyorum ve şükrediyorum.
Arzu ben, bir camın arkasından bana fark ettirdikleri ve aileme şifa oldukları için ovanın, eşeğin ve kazların tılsımına gönülden teşekkür eden bir yürek...
Paylaş