Paylaş
Her mevsimi ayrı severim ben ama en çok da sonbaharın yağmurunu severim.
Gri olur gökyüzü, yağmur yağar ve ben penceremin önünde, elimde çayımla hiçbir şey yapmadan seyrederim.
Yerlere dökülmüş kızıl, sarı yapraklar çok etkiler beni. Dalar giderim.
Çünkü doğanın yapısı gereği ağaçlar yapraklarını dökerek eskiyeni atmıştır üstünden.
Yüklerinden arınmış, kendisine bakım yapmaya başlamıştır aslında.
Ama yüklerinden arınırken bile bir zarafet yok mu doğada?
Yeşil yaprakları kıpkızıl, sapsarı bir hale gelir ve bir bakarız teker teker hepsi yerlerde.
Bizlerin yüzünde ise, yapraklardaki renklerin güzelliği ile buruk bir gülümseme…
Ağaçlar döktükleri yapraklarına rağmen bütün heybetiyle ayakta.
Sanki ağacın dili olsa şöyle dermiş gibi geliyor bana; “Bir sonraki mevsime daha güzel olabilmem için artık bana, enerjime uymayan yapraklarımı sevgi ve zarafetle gönderiyorum. Onlar yokken ben biraz soğuk görünebilirim, belki renklerimi de kaybetmiş olabilirim.
Bazen üstüm buzlarla kaplanabilir ama bu sizi sakın üzmesin çünkü ben çok daha enerjik, rengârenk, daha yeni ve güzel şeyler üretebilmek için bu dönemi yaşamak zorundayım. Sadece siz beni böyle gördüğünüzde gelip benim dalımı kırmayın, sadece beni sevmeye yanımda olmaya devam edin”
Ne kadar aynı değil mi ağaçlar ve insanlar…
Ama büyük bir fark var. Bizler çok korkarız değişimlerden, yüklerimizden kurtulmaktan.
Aslında değişim, yüklerinden kurtulmak, temizliktir, huzurdur; Bedenine, ruhuna, aklına yaptığın en güzel bakımdır. Geleceğinin ışıltısı, güneşidir. Yeter ki o adımı atacak cesaretimiz olsun. Tıpkı ağaçlar gibi…
Sadece sonbahardan ilkbahara geçene kadar biraz zor olabilir ama ilkbahar geldikten sonra bundan güzel daha ne olabilir ki hayatta…
Arzu ben, doğadaki değişim cesaretine hayran olan, doğayı dinlemeyi ve anlamayı çok seven bir doğasever…
Paylaş