Paylaş
Hayat, istesek de de istemesek de büyük sözlerimizi mutlaka bir gün önümüze çıkartıyormuş. O kadar çok ve farklı şekillerde tecrübe edince fark ettim ki derslerimi almıyor, aynı hataları tekrar ediyormuşum.
Aslında insanlar arasında bir ayırım yapmam ve genelde de her kim olursa olsun kalpten konuşmayı çok severim. O zaman gerçek gelir bana, konuşmalar da insanlar da ve mutlu hissederim kendimi ama buna rağmen bazı dirençlerimde varmış meğer…
Sanırım küçükken seyretmiş olduğum yabancı filmlerdeki zencilerin, hep sevmediğim karakterlerde olması etkisi ile zencilere karşı maalesef olumsuz düşünceler beslerdim çocukluğumda. Asla ırkçılık değildi ama onlardan korkardım. Hatta otuzlu yaşların sonunda yaklaşırken İtalya’da akşam 10.00 trenine bindiğimde etrafta zencileri görünce öylesine korkmuştum ki kendime boş bir kompartıman aramıştım. Sonra bir İtalyan çift görünce ne kadar derinden bir ohhh çektiğime inanamazsınız. O kadar yani.
Bir gün, çalıştığım şirketin bir eğitimi sebebi ile Budapeşte’ye gittim. Çok uluslu bir şirkette çalışıyor olduğum için farklı ülkelerden eğitime gelen pek çok şirket çalışanı olmuştu. Ve içlerinde zenciler de vardı. Birden fark ettim ki bizim şirketin çalışanı olmalarına rağmen, onlardan uzak yerlerde oturuyordum ve bunu asla bilinçli yapmıyordum. Derken, eğitim de gruplara ayırdılar ve benim grubuma zenci arkadaşlar denk geldi. Ve biz eğitim boyunca çok güzel çalışmalar yaptık, harika paylaşımlarda bulunduk ve hatta bir seferinde gruplar arasında birinci bile olduk. Yetmedi çok güzel dostluk kurduk hâlâ haberleşiyoruz.
Aslında bu bahane ile hayat bana çok güzel bir ders vermişti. İnsanları tanımadan, önyargıyla hareket etmek, kararlar vermek hatta onlara olumsuz kılıflar biçmek zihnimin bana oynadığı kötü bir oyundu ve böyle bir eğitim olmasa belki de bunun farkına bile varamayacak ve böylesine harika dostlar tanıyamayacaktım. Bunu fark edince karar verdim, bundan sonra önyargılı olmak yoktu. Yaşasındı!
Bu olaydan uzunca bir süre sonra sinemalarda Julia Roberts’in ” Eat Pray Love” isimli filmi gösterime girdi ve filmin pek çok sahnesi Hindistan’da geçiyordu. Ben gördüklerim karşısında dehşete kapılıyordum çünkü çok pis, çok kalabalık ve çok fakir bir ülkeydi. Hayvanlar ve insanlar herkes aynı yerde yaşıyordu nerdeyse. Filimden çıktık. İlk cümlem şu oldu.” Demek ki neymiş, Hindistan’a hiçbir zaman gidilmeyecekmiş.” Yukarda yaşadığım olayla ön yargılarımı yıkmam gerektiğini öğrendiğimi hatta deneyimlediğimi, dersimi aldığımı düşünürken işte zihinim yine bana oyun oynuyordu ve ben hiç farkında bile olmadan yine bu oyuna geliyordum.
Ama tabi ki hayat bu sözlerim için de bana dersini verecekti. Ve beni yine sınava sokacaktı. Çok geçmeden çalıştığım şirket bana Hindistan’ın da finans bölümünü bağlamaya karar verdi ve asla gitmem dediğim ülkeye, Hindistan’a neredeyse her ay gitmeye başladım. Benim gibi temizlik hastası bir insan için bunun ne kadar zor olduğunu bilmem tahmin edebilir misiniz? Uzunca bir zaman çok zorlandım ama insanlarını tanıdıkça, oradaki olağanüstü güzellikteki enerjileri hissettikçe öylesine sevdim ki, ne kalabalığı, ne kiri, ne yürümeyen trafiği, ne de o rutubet kokusunu duymaz ve görmez olmuştum. Bütün ön yargılarım, korkularım zaman içinde yok olmuştu ve üç seneyi aşkın görevimi tamamladığımda herkesle ağlayarak ayrılmıştık. Bu sayede harika dostlarımın olmasıysa aslında hayatın bana hediyesiydi.
İnsan ön yargılarından arındığında geriye dönüp bakınca düşündükleri için pişmanlık bile duyabiliyor tıpkı bende olduğu gibi.
Ama en değerlisi insanın bunun farkına varabilmesi ve değiştirmek için çaba sarf etmesi.
Arzu ben, hayat dersleriyle farkındalıkları artan ve bu sayede olumsuz taraflarını törpülemeye çalışan yolun başında bir öğrenci…
Paylaş