Paylaş
Şangay’a taşındığımız zaman hep çok uzak, okyanus aşırı, gitmek gelmek zor diye dert yanardım. Sanırım bu cümleyi çok kullandım ki pandemi dönemi bana çok şey öğretti. Bütün sınırlar kapanıp, uçuşlar kaldırılıp, istesem de ülkeme gidemeyeceğimi öğrendiğimde dedim ki “İşte şimdi çok uzaktayız. Bir uçakla, gece binip sabah vardığım yer, meğer uzak değilmiş. Şimdi birisinin bize ihtiyacı olsa elimiz ayağımız bağlı.”
Kontrat süremizi doldurduk ve artık Temmuz sonu dönüşe geçeceğiz diye seviniyorduk ki, bir bildirim geldi. Eylül ya da Ekim sonuna kadar buradan dönmemizin pek mümkün görünmediğine dair. Bunun üstüne Türk Konsolosluğu'na gittik ve dönmek istediğimizi söyleyip adımızı yazdırdık. Her zaman bir “TÜRK” olmaktan gurur duyardım ve Şangay’da yaşadığım süre içinde gururlanmakta ne kadar haklı olduğumu da gördüm. Çin’deki tüm Türk makamları, Türk Büyükelçiliği, Türk Konsolosluğu herkes harekete geçti. Çünkü bizim gibi geri dönmek isteyen pek çok kişi vardı. Canım ülkemle görüşmeler yapıldı, Türkiye’den onaylar verildi ve her şey tamam. 24 Haziran gecesi için tahliye uçuşu kondu ve umarım sağlıkla, iyiliklerle, güzelliklerle ülkemize kavuşabileceğiz. Emeği geçen herkese, canım ülkeme, Çin’deki tüm Türk makamlarına sonsuz teşekkürler.
Bir teşekkürüm de Şangay’a. Buraya gelirken çok endişeli ve biraz da ürkektik ailece. Hiç tanımadığımız bir kültür, hiç tanımadığımız bir ülke, hiç tanımadığımız insanlar. Ama daha geldiğimiz ilk günden itibaren bizi öyle güzel karşıladı, bize öyle güzel merhaba dedi ki Şangay, işte o gün burada çok mutlu olacağımızı anladık. Ve öyle de oldu şükürler olsun.
Öncelikle bu kadar güvenli bir şehirde yaşadığımız için kendimi hem bir birey olarak hem de genç bir kız annesi olarak çok iyi hissettim. Pek çok kişinin yüz tarama kameralarına karşı olumsuz konuşmalarının tam tersine bu beni her zaman güvende hissettirdi.
Müthiş lüks ve modern bir ülke. Kendi dokularına, modernliği ve lüksü öyle güzel uyumlamışlar ki çok etkileyici. Çok ülke ve çok şehir gezdim böyle temiz bir şehri hiç görmedim. Özellikle şehir merkezinde yerlerde tek minicik bir çöp bile göremezsiniz.
Burada yedikleri yemeklerin pek çoğunu da çok sevdik ama yendiği söylenen vahşi hayvanlarla ilgili hiçbir menü görmedik ve hiçbir markette de şahit olmadık.
İnsanları ise çok yardımsever, güler yüzlü, misafirperver ve ayrıca hediye vermeyi çok severler. Evlerine gittiğiniz zaman aynı biz Türkler gibi donatırlar masalarını.
Tapınakları ise muazzam gösterişlidir. Altın varaklı aslanlarla, korumacı hayvanlarla ve muazzam büyük Buda heykelleriyle çevrilidir. Geleneklerine, göreneklerine ve aile büyüklerine çok düşkündürler, tıpkı biz Türkler gibi.
Çayları onlar için öyle özeldir ki satış ya da sunum yaparken müthiş güzel bir seremoni ile yaparlar. Sayelerinde çeşit çeşit şahane Çin çaylarıyla tanıştık ve çok sevdik. Sanırım Türkiye’ye döndüğümüzde biz de bu sevdiğimiz çayları, öğrendiğimiz çay seremonileri eşliğinde sevdiklerimizle paylaşıyor olacağız.
Canım Şangay hayatımıza girdiğin için, bize karşı bu kadar nazik ve sevgi dolu davrandığın için, hayatımızda pek çok ilk ve güzel deneyimlerimizi güzelliklerle yaşamamızı sağladığın için, harika yeni dostlar kazandırdığın, bizi prensesler gibi yaşattığın için sana ve o gülen yüzüne sonsuz teşekkürler…
Arzu ben, sevdiklerine kavuşmayı dört gözle bekleyen ülkesini, mevsimini, denizini, iyot kokusunu, gökyüzünü, güneşini içine doya doya çekmeye hazırlanan, ülkesine ait olmaktan gurur duyan bir Türk vatandaşı...
Ne mutlu TÜRK’üm diyene….
Paylaş