Paylaş
Küçükken en büyük hayalim anne olmaktı. Üç yaşında yuvaya giderken bile her evcilik oyununda illa ki ben anne olurdum. Bütün arkadaşlarımı o yaşta bile anne şefkati ile sarardım. Bu yaşıma geldim hiç değişmedi. Bir diğer hayalimse sahnede olmaktı. Televizyonda sahneye çıkan sanatçıları seyredip, elime kolonya şişesi alır, onlar gibi şarkılar söyler, bir taraftan da dans ederdim. Zaman içinde sesimin güzel olmadığını fark edince, hayalimi de rafa kaldırdım. Ta ki bu sene Eylül ayına kadar.
Bu yaz tatilinden, Şangay’a dönünce bizimle aynı sitede yaşayan, tiyatro yönetmenliği ve koçluğu yapan, tiyatro, ses ve koreografi kariyerine Harvard’da başlayan, sayısız tiyatro gösterileri düzenleyip yönetmiş olan Kanadalı tiyatro koçu Silver Klajnscek, Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyasını” “Bir Sonbahar Gecesi Rüyası” olarak uyarladığını ve oyun için 7’sinden 70’ine oyuncu arandığını duyurdu. Koreografisini ve danslarını da çok başarılı Amerikalı bir koreograf olan Jahmilah Alazam ile yapacağını duyurdu.
Kızım Çağla zaten Silver ile çalıştığı ve kariyerini de sahne sanatlarında yapmayı hedeflediği için bu oyunda çoktan rolünü almıştı. Üstelik okul vesilesi birçok oyunda sahne aldığı için, kızım çok öz güvenliydi. Bana da “anne mutlaka sen de katıl beraber anne kız aktivitesi olur, ne olur, ne olur” dedi. Bir an durakladım. Yapabilir miyim? diye düşündüm. Silver ile konuştuk. “Deneyelim” dedik.
İşin içine girince hiç de basit bir tiyatro olmadığını gördüm. Shakespeare’in oyunu olması sebebi ile çok ağır bir İngilizcesi vardı. Oyun İngilizce’de tür olarak “THE PANTO” diye geçiyor; oyunun içinde hem konuşmalar var, hem şarkı söyleniyor, hem dans ediliyor, hem de seyirci aktif olarak gösteriye dahil ediliyor. Çok eğlenceli olmakla birlikte çok çalışmak gerekiyordu. Bugüne kadar böyle bir eğitimi almadığım için" acaba yol yakınken dönsem mi?" dedim. Kendime, kendimi hem vazgeçirmeye çalışan soruları sordum, hem de yola devam diyen soruları...
Arzu cevap ver dedim; Ağır bir İngilizce ile tiyatro oynayıp, yüzlerce insanın önüne çıkacak kadar iyi bir İngilizcen var mı? “Hayır”
Peki, tiyatro ve dans eğitimin var mı? “Hayır”
O zaman sahnede ne işin var? Ya mahcup olursan, önce kendine sonra seni çalıştıranlara sonra o kadar insana? Bu soruya cevap veremedim.
Bu sefer diğer tarafım başladı soruları sormaya.;
*Burada senden profesyonellik bekleyen var mı? “Hayır” demek ki hata yapsan da önemli değil.
*Peki, sen çok çalışmaya hatta yukardaki sebeplerden dolayı herkesten çok çalışmaya razı mısın? “Evet, razıyım”
*Peki, çalışan başarır mottosuna ve kendine inanıyor musun?
“Hem de çok”
*Peki, kızınla aynı sahneyi paylaşmak ona ve gelecekteki torunlarına da güzel bir hediye olmaz mı? “Şahane olur”
*Peki, dünyanın sayılı tiyatro ve dans koçları ile çalışma fırsatı büyük bir şans değil mi?
“Evet, çok büyük şans”
*Peki, küçüklüğünde sahnede olmak hayalin değil miydi? “Evet, hayalimdi”
“Peki, bunu denersen ne kaybedersin? “Hiçbir şey”
O zaman “vazgeçmek yok, yola devam Arzu” dedim, kendime.
Ve Eylül başından, Kasım ortasına kadar her hafta sonu saatler süren çalışmalar yaptık. Hatta son haftalarda çalışmaların günlerini de, saatlerini de arttırdı koçlarımız. Üstüne bir de ben ilave olarak, evde, arabada, sokakta, orada burada her fırsatta çalışıyordum.
Benim rolüm, kızını kendi istediği adamla evlenmeye zorlayan, aksi durumda onu ölümle tehdit eden çok sert bir anneydi. Kişiliğime çok ters bir rol olsa da seyirciye doğru duyguyu verebilmek için çok çalıştım; itiraf ediyorum. Herkesten daha çok. Öyle kolay falan da olmadı. Konuşurken seyirciye doğru duyguyu verebilmek, konuşma ve şarkı sözlerini ve dans figürlerini ezberlemek, bir de sahnede heyecanlanma ki unutma hiçbir şeyi; emin olun hiç ama hiç kolay değildi.
Sonunda heyecan dolu o büyük gün geldi çattı ve biz yüzlerce yabancı insanın önünde tam üç kez çıktık. Hiçbirinde sözlerimi unutmadım, şaşırmadım. Öyle güzel geri bildirimler geldi ki bana. Koçlarım “müthiştin” dedi. Arkadaşlarım “sahneye çok yakıştın. Bayıldık sana. Ne kadar yetenekliymişsin meğer” dediler. En önemlisi ergen kızım “seninle gurur duydum anne “dedi. Bundan daha mükemmel ne olabilir ki? Tüm çalışmalarıma, yorgunluklarıma değdi. İşte size birkaç kare…
Buradaki asıl mesele, benim sahne de olmam değil aslında. Asıl olan kendime güvenmiş olmam. Başarabileceğime inanmış olmam. Bu yaşıma kadar hiç yanılmadığım tek gerçek nedir biliyor musunuz? “Çalışırsam yapabilirim”. Bu yüzden herkesin de, istediği, hayalini kurduğu her şeyi çalışırsa mutlaka yapabileceğine çok yürekten inanırım ben. Yapmayı çok istediğiniz şeylerden vazgeçmeyin. Siz önce kendinize inanın. Sonra benim yukarıda kendime sorduğum sorular gibi soruları sorun kendinize. Dürüst olun. Bahane asla bulmayın ve gerçekten çok istiyorsanız çok çalışın. Bir bakmışsınız hayallerinizi yaşıyorsunuz büyük bir heyecanla. Tıpkı benim gibi.
Arzu ben, babamdan öğrendiğim ve yıllardır bu sayede çok başarılı olduğum ve size de çok tavsiye edeceğim en değerli mottom: “çalış, başarı seni mutlaka bulur”
Paylaş