Paylaş
Çin’de yaşayan bir Türk’ün kaleminden Corona virüsü
Aniden ortaya çıkan Corona virüsü ile bir anda yaşantımız nasıl değişiverdi. Ocak başında virüs ile ilgili açıklamalar yapılırken Şangay’da yaşamamıza rağmen durumun ciddiyetinin çok da farkında değildik ve maalesef, Çin için çok önemli tarihlerden biri olan “Çin Yeni Yılına” denk geldi bu olaylar. Çin, bizler gibi yeni yılı 31 Ocak akşamı kutlamıyor. “Ay takvimine” göre kutluyor. Bu da Ocak ortası ile Şubat ortası arasında bir tarihe denk geliyor ve her sene değişiyor.
Çin yeni yılı gelince, resmî tatil ilan edilir burada; pek çok dükkân günlerce hatta haftalarca kapanır. Gün içinde açık olanlar ise akşam erken saatte kapatır. Çünkü Şangay’daki ve tüm diğer şehirlerdeki Çinli ailelerin büyük çoğunluğu memleketlerine aile ziyaretine giderler, zengin olanları yurt dışı tatiline çıkarlar. Çalışmak için Şangay’a gelen yabancılar için de Asya’yı ya da Pasifik Okyanusu’nu görmek için güzel bir tatil fırsatıdır, Çin yeni yılı ve tatil planları aylar öncesinden yapılır.
Bu tatil planlarını yapan ailelerden birisi de bizdik. Rotamız Bali idi. Tabii virüs haberleri ve anonsları ile hepimiz çok endişelenmiştik ama uçak biletlerimizi önceden almış, otel rezervasyonlarımızı yapmıştık. Maske bulmak içinse çok hızlı davranmışız ve şanslıymışız. Böyle olunca da rotamızdan vazgeçmedik. Hatta tatilimizin bir kısmı kültür tatili olacaktı ama o endişe ile biz tatilin tamamını deniz tatiline çevirdik ve neredeyse otelden çıkmadık; denizde sinüslerimize sürekli tuzlu su çektik. Bir süre sonra denize girmenin adını “doğal serum fizyolojiğe” gidiyorum koyarak endişelerimizi, gülümsemeye çevirmeye çalıştık.
Bu arada Çin hükümeti sürekli anonslar yapıyor, “evden çıkmayın, çıkmak zorundaysanız asla maskesiz gezmeyin, kalabalık ortamlardan uzak durun” diyordu. Bütün ofisleri 9 Şubat’a, okulları ise 17 Şubat’a kadar tatil ettiler. Böyle olunca Çin’deki çoğu Türk arkadaşlarımız Türkiye’ye döndü. Yabancı arkadaşlarımız ise ya tatillerini uzattı ya da kendi ülkelerine geçti. Biz de başta Türkiye’ye gidelim her şey sakinleşene kadar diye düşündüysek de eşimin sorumlu olduğu coğrafya Asya-Pasifik olduğu için, hem saat farkından hem de Çin’in dışındaki tüm ülkelerin çalışıyor olmasından dolayı tatilimiz bitince Şangay’a geri geldik.
Çin hükümeti öyle güzel bilgilendirmeler yaptı ki Endonezya’dan Şangay uçağına bindiğimizde maskesiz bir kişi bile yoktu. Bu arada kullandığımız maskelerimiz “N95” idi. Bu maske yüzü tamamen kaplıyor, açık bir yer kalmıyor, filtrasyon özelliği de çok yüksek ve dolayısıyla bu tip virüslerin girişini de engelliyormuş.
Ellerimizi sürekli yıkıyor, toplu yerlerde tuvalete girmiyor ve hatta ellerimiz için yanımızdaki dezenfektanı sürekli kullanıyorduk. Uçağa biner binmez film seyretmeye bayılan ben, virüs bulaşır korkusuyla düğmelere basmayayım, kumandalara dokunmayayım diye televizyon seyretmedim. İnsan, sağlığı söz konusu olunca sevdiği pek çok şeyden nasıl de ödün verebiliyor.
Yolculuğumuz bitip Şangay’a varınca bizi hemen uçaktan indirmediler. Karantina kıyafetleri giymiş bir virüs kontrol ekibi geldi uçağa. Pek çok kişinin ateşini ölçtü. Sonra “yerinizden kalkmayın” diye anons yaptılar. Uçakta bir süre bekledik. Aslında sağlığımız açısından, virüsün yayılmasını önlemek açısından çok doğru bir şey yapılıyordu ama bunları yaşamak yine de çok tedirgin edici ve endişe vericiydi.
Uçaktan indikten sonrası ise görmeye hiç alışkın olmadığımız bir Şangay Pudong havaalanı ile karşılaştık. Bizim deyimimizle “in cin top oynuyordu”. Koridorlar bomboştu. Kimse yoktu. Bizim tam dolu olmayan uçağımızın yolcuları ve belki başka bir tane daha uçağın yolcuları vardı havaalanında; hepsi o kadar. Pasaport kontrolüne gelmeden önce bize sağlık formu verdiler. “Ateşiniz var mı? Nereden geliyorsunuz?” gibi soruları barındıran. İmzalayıp geri veriyorsunuz. Oradan pasaport kontrolüne geçtik, normalde önümüzde yüzlerce kişi olur, bir kişi bile yoktu. İçim burkuldu. Hayran olduğum, bütün heybetiyle duran o güzelim havaalanı küçücük bir virüse nasılda yenilmişti.
Sıra bavulları almaya geldi. Burada da normalin çok üzerinde bekledik ama ne kontrolü yapıldı da bu kadar bekledik bilmiyoruz. Nihayet arabamıza bindik yola çıktık. 24 milyonluk Şangay’ın yolları bomboş.
İnsanların birçoğu gittiği yerden dönmemiş; Şangay’da olanlarsa evden çıkmıyorlardı. Tabii ben panik vaziyette “eyvah yiyecek, içecek nasıl bulacağız” diyerek o kadar yorgunluk ve stresin üstüne rotayı markete çevirdim. Neyse ki market çalışıyordu ve üstelik meyve, sebze ile doluydu. Ne arasak taptaze bulduk ve aldık. Nasıl da sevindim.
Çok şükür evimize geldik ve tam 13 saat sonra maskemizi çıkartabildik. Ne kadar zor maske ile yaşamak anlatamam. Eve gelir gelmez duşumuzu aldık ve sonra burnumuza bol bol tuzlu su çektik. Artık bu bizim için bir süre rutin olacak sanırım. Bu arada ne kadar bilmiyoruz ama evden her çıkışımız yine maske ile olacak.
Evet şu anda Çin’de gerçekten büyük ve endişe edici bir virüs olayı yaşanıyor ama gördüğümüz kadarı ile hiç kimsede panik yok çünkü herkes devletine çok güveniyor ve inanıyor. Zaten Çin hükümeti öğrenir öğrenmez o kadar hızla önlem almaya başladı ki, virüs olan şehirlere, köylere giriş çıkış yasağı koydu. Her yerde virüsü anons etti ve önlemleri yayınladı. Birkaç gün içinde ilgili bölgede kocaman da hastane kurdu. Eğer bir şekilde virüslü birisi başka bir ülkeye gidiyorsa saptadıkları anda ilgili ülkeye haber verdi. Çin devleti için vatandaşlarının ve kendi bünyesindeki tüm farklı ülkelerden gelen insanların ne kadar değerli olduğuna bu yaşananlarla birlikte bir kez daha tanıklık ettik ve bir kez daha hayran olduk. Yürekten kutluyoruz.
Arzu ben, dünyamızın hep çok sağlıklı, hep çok mutlu ve barış içinde olması için yürekten dua eden bir dünya vatandaşı…
Paylaş