Paylaş
Otların biçilmesini istiyordum... ‘’Yağmurlar bitsin.’’
Fidelerin dikilmesi gerekiyor... ‘’Mart’ı bekleyelim’’
Bostana gübre lazım... ‘’Önce bi dinlensin.’’
Ağaçlar meyve vermiyor... ‘’Mevsimi değil.’’
Şehir hayatında o kadar alışmışız ki her şeyin göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmesine, başka bir sisteme dahil olmaya çalıştığımızda beklemeye tahammülümüz olmuyor. Oradaki bekleme süresinin ömrümüzden eksildiğini zannediyoruz herhalde.
Her ne kadar şehirliliği üstümden atmaya çalışsam da İstanbul’da doğup büyümenin getirdiği bir şımarıklık var davranışlarımda.
Meyve fidanı almak için pazara gittiğimde, pazarcının bana sunduğu fidanı beğenmeyip “Daha büyüğü yok mu’’ diye soruyorum. ‘’İki üç yıl bekle, büyüyecek zaten’’ diyor, küfür yemiş gibi oluyorum. Çünkü alışmışım, şehirde iki lira fazla verdiğimde, daha büyük bir menü yiyebiliyorum.
Ektiğim fideler sebze vermeyince, hemen fideciyi arayıp şikayet ediyorum. ‘’Yaz ortası...’’ diyor, çıldıracak gibi oluyorum. Çünkü biliyorum ki şehirde pizzam 5 dakika geç gelse, pizzanın fiyatını kuryeye yükleyebiliyorum.
Tavuklarımın bir tanesi yumurta vermeyegörsün, yem aldığım kişinin tarihin en büyük dolandırıcısı olduğunu düşünmeye başlıyorum.
Şu ana kadar bu benim aceleciliğim karşısında, köyde yaşayan insanların bana gösterdiği tepki hep aynı oldu: Önce uzaylı görmüş gibi şaşırıyorlar, ardından beni sakin olmaya, yavaşlamaya ve beklemeye davet ediyorlar. Çünkü zamanla öğrendikleri bir şey olmuş: Doğa seni değil, sen onu beklersin. Yağmurların dinmesini, toprağın dinlenmesini, ekim zamanının gelmesini, çiçeklerin açmasını, fidanların meyve vermesini...
Doğayı yönetemeyiz belki ama ona uyum sağlayıp etrafımızda dönen mucizelere tanıklık etmek bizim elimizde.
Bir kavak ağacının altında oturup rüzgarın sesini dinlemek, bir buzağının doğuşuna şahit olmak, bir ayva ağacının çiçeğini koklamak, bir kartalın uçuşunu ya da en basitinden, güneşin doğuşunu izlemek...
İşte doğanın bize sunduğu bütün bu eşsiz anlar, zamana düğüm atabileceğimiz fırsatlardır.
Unutmayalım ki ‘’Hayat, nefes aldığımız değil; nefesimizin kesildiği anlarla ölçülür.’’
Paylaş