Paylaş
İnsan düşünen, kendisi için önemli olanlar listesi yapan ve seçimleriyle kendi yolunu seçebilen bir canlı… Şu yalan dünyada kendisi için neyin daha çok önemli olduğunu düşündüğünde, aklına ailesi, dostları, işi, sağlığı, yalnızlığı, kalabalıklar içindeki sureti gibi birçok şey gelebiliyor. Sonra kendisi için önemli olanlar listesinin çok da katı olmadığını, değişken olduğunu, yenilendiğini, zamanla yer değiştiğini ama bazılarının hiç değişmediğini anlıyor. Çünkü bazen öyle bir mutluluk yaşıyor ki, tarifi imkânsız bir huzur doluyor içi ve listesini alt üst edebiliyor bir anda… Bazen yeşilin ve sarının her tonuyla ve gökyüzüyle dans eden, masmavi sularıyla ve mutlulukla beraber huzur veren bir deniz, umudu çağırabiliyor, köpük köpük dalgalarını yerleştirebiliyor gözlerine, bir mucizenin parçası yapabiliyor insanı... Bazen sıcak bir yaz günü serin esiveren bir yel, rahatlatabiliyor, huzur verebiliyor. Bazen yeşilin her tonuyla doğa, yine yeni, yeniden hayat verebiliyor, cana can katabiliyor. Bu nedenle hayatı olduğu gibi kabullenmek ve “beş duyu ile sevmek ve hissetmek” gerekiyor.
Dış dünyanın uyaranlarını görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma organlarıyla algılama yeteneğine “duyu” adı veriliyor, duyulama etkinlikleri ile çeşitli dışsal duyuların nesneleri arasındaki farkı ortaya koyan yeti, duyulama etkinliğinin farkına varan içsel bir güç ve somut fizik gerçeklikleri maddesel bir şekilde bilme gücü olarak biliniyor. 5 duyu ile ana odaklanmak önemli, çünkü dokunma affedicilik olarak bilinen dünyayı, koklama kendini düşünmeme olarak bilinen gökyüzünü, tatma sabır olarak bilinen suyu, görme sevgi olarak bilinen ışığı ve işitme adanmışlık olarak bilinen havayı temsil ediyor. “İçine doğma”, “duyu dışı algı” ve “önsezi” olarak da adlandırılan “6. his” ise en basit tanımıyla, kişinin olacak olayları tamamen doğal bir güdü ile önceden bilmesi olarak biliniyor. 5 duyudan tamamen farklı olarak gerçekleşen bu durum, bilimsel olarak kanıtlanamayan bir fenomen…
İnsan sevdiği zaman yalnız yüreğiyle ve beyniyle seviyor ama seviştiği zaman beş duyusunun tümü devreye giriyor. Çünkü (1) görsel algı en önemli algıların başında geliyor, çoğu kez beyin ilk yaklaşım alarmını gözlerden alıyor, beğeniyor, istiyor. (2) Bazen kişi bir ses ile görünenden önce esir olabiliyor, (3) koklayarak daha derin duyguların kapısını aralayabiliyor, (4) dokunarak parmaklarıyla partnerinin tenini, (5) dudaklarıyla bütün bir bedeni tadarak tanıyabiliyor, algılayabiliyor. Yani insan 5 duyu ile sevişerek ana odaklanabiliyor, “Yetersizim, değersizim”, “İyi bir partner değilim”, “Güzel değilim” gibi geçmişin endişe ve korkularından, “Yine aynısı olacak, başaramayacağım” , “Kesin beni terk edecek” gibi geleceğe dair kaygılardan ve bedeni ile ilgili olumsuz düşüncelerden kurtulabiliyor, beyninde seviştiği bedenin haritasını net bir şekilde çıkartabiliyor…
Sevgiyi anlatmak için öncelikle onu 5 duyu ile deneyimlemek ve yürekte hissetmek gerekiyor. Tüm bilgilerden, bilgelerden, öğrenilmişliklerden öte olan böylesi bir hissediş için, öncelikle insanın kendisini sevmesi, olduğu gibi kabul etmesi ve 5 duyu ile hayatı yaşaması önem taşıyor. Çünkü hayat yaşla değil, yaşamakla anlaşılıyor. Kendiliğinden ne iyi, ne de kötü olan hayata, seçimleriyle insan iyiliği de kötülüğü de katabiliyor. Bu nedenle insanın ne istiyorsa onun hayalini kurması, gitmek istediği yere gitmesi, olmak istediğini olması, yapmak istediğini yapması çok önemli… Çünkü her insanın sadece bir hayatı yani bütün yapmak istediklerini yapması için sadece bir şansı oluyor. Bu nedenle Mevlana’nın dediği gibi, sözde değil özde sevgiyi yaşamak ve sevgiyi deneyimlemek için tene değil cana dokunmak, dışı değil içi sevmek gerekiyor.
Endişe ve üzüntülerden kurtulmak için, önce 5 duyu ile ana odaklanmak, “Endişe ve üzüntü yarının sorunlarını değil, bugünün huzurunu yok eder” sözünü hatırlamak, sonra zihinde geçmişin ve geleceğin kapılarını kapatmak gerekiyor. Daha sonra sorunlarla başa çıkmak için kişinin kendisine “Eğer sorunumu çözemezsem karşılaşabileceğim en kötü durum ne olabilir?” sorusunu sorması ve gerekiyorsa en kötü durumu kabullenmek için kendisini hazırlaması, zihinsel olarak kabullenmiş olduğu en kötü durumu düzeltmeye çalışması ve kendini sürekli meşgul ederek üzüntüyü zihninden uzak tutmaya çalışması önem taşıyor. Ancak bir duygu sürekli veya çok sık hissediliyorsa bir psikoterapiste başvurulması gerekiyor. Geçmişe yönelik olan “üzüntü”, acı, mutsuzluk, umutsuzluk, anlamsızlık, çaresizlik ile depresyona, geleceğe yönelik olan “endişe”, korku ve sıkıntı ile anksiyeteye, şimdiki zamana yönelik olan “coşku” ise, aşırı sevinç ve mutluluk ile maniye yol açabiliyor. Ama her şeye rağmen duyguların kalıcı değil, gelip geçi olduğunu hiç unutmamak önem taşıyor…
Paylaş