Evlilik cinselliği öldürür mü?

Evlilik sonrası da cinselliği canlı tutmanın yolları...

Haberin Devamı

Günümüzde birçok çift “evlilik cinsel hayatını öldürür” korkusuyla evliliği reddediyor. Uzun süreli birlikteliklerde, özellikle evliliklerde cinsel yaşantının olumsuz yönde etkilendiği görülüyor. Ancak burada “Evlilik mi, insanlar mı, yoksa toplumsal bakış açısı mı bu sonucu doğuruyor?” sorusunu sormadan geçmemek gerekiyor.

Bir zincirin halkaları gibi olan bu süreçler evliliği ve seksi olumsuz etkileyebiliyor. Bu nedenle bu süreçleri tek tek değerlendirmek gerekiyor. Çünkü evliliğin mutlaka cinsel hayatı öldüreceğine dair bir kural yok! Ama çift cinsel hayatları üzerinde çalışmamışsa evlilikleri tehlikeye girebiliyor. Bunu engellemek için çiftin biraz çaba harcaması yeterli olabiliyor.

Evlilik öncesi süreç

Kişiler evlenmeden önceki süreçte sevgili veya arkadaş olmayı kendilerine yakıştırırlar. Ayrı evlerde yaşanılan bu dönem, özlemlerin, arzuların ve heyecanların olduğu bir dönemdir. Birbirine dokunmak isteği, paylaşılacak cinsellik hayali ve heyecanı kalpleri devamlı çarptırır. Burada toplumsal bakış açısı çiftin hayatlarına yavaş yavaş girmeye başlar.

Toplumsal bakış, evlilik öncesi kişilerin sevgili olmasına izin verirken cinsel deneyimin olmaması gerekliliğini empoze eder. Bu da kişilerde karşı tarafı merak etme ve cinselliği yaşama isteğini artırıcı bir rol oynar. Evlendikten sonra, çiftler taktıkları pembe gözlükleri çıkartırlar. Partnerlerinin hayallerindeki kişi olmadığını fark ederler ve partnerlerinin hayalindeki kişi gibi değil de gerçekte oldukları gibi davranmaya başlarlar.

Evliliğin yüklediği kimlikleri dengelemek gerekiyor

Evlikte toplum bireylere bilinçli ya da bilinçsiz olarak sayısız “görevler” yükler. Evlenmeden önce sevgili veya aşık olan çiftler evlilik bağı altındayken toplumun yüklediği “yeni sosyal görevler” doğrultusunda hareket etmeye başlarlar. Aslında sadece cinsellik değil; aynı zamanda kişilerin sevgileri, iletişimleri, aşkları yani birbirleri için taşıdıkları anlamda zamanla değişmeye başlar.

Evlilik klasik boyutlarda olması gereken bir sürece girer. Yani kadın “karı” rolüne, erkek “koca” rolüne ister istemez girer ve bunun gerektirdiği doğrultuda hareket etmeye başlar. Toplum onlara evlilikte sevgili olma rolünü yakıştıramadığı için artık her ikisi de birer “karı ve koca” gibi davranmak, yani erkek çalışmak ve evini geçindirmek, kadında çocuk doğurmak ve ev işleri yapmak zorundadır. Michel Foucault’nun, “Çalışmak, arzuyu dizginlemek için icat edildi” demesi asla boşuna değildir.

Ne yapmak lazım?

Evlilikte cinsel yaşamı öldürmemek için kadın anne, erkek baba olsa bile, öncelikle birer kadın ve erkek olduklarını kendilerine hatırlatmalıdırlar. Tutkulu bir erkek veya kadın gibi cinselliklerini yaşayabilmeleri için emek vermelidirler. Yüklendikleri rollerin ve sorumlulukların cinselliğe mola vermeyi gerektirmediğini öğrenmelidirler.

Cinsel yaşantıya engeller getiren aslında atılan bir imza değil; toplumsal ve bireysel olarak yaşama ve cinselliğe bakış açıları ve cinsel fantezilerin baskı altına alınmasıdır. Cinselliğe bakış açısını daha olumlu yönde geliştirmek için açık olmak, rahat konuşmak, istekleri, arzuları anlatabilmek ve fantezi geliştirmek cinsel yaşamı renklendirmede çiftin kullanabileceği yöntemlerdir.

Sonuç olarak, evlilik zor fakat zor olduğu kadar da güzel bir süreçtir. “Evlilik ve sevgi emek ister” sözü gerçekten doğrudur. Cinsellik aynı zamanda evlilikleri ayakta tutabilecek, çiftin kendisiyle ve çevresiyle barışık olmasını sağlayabilecek bir araçtır. Eşler birbirlerini anladıkları, gerçekten anlaşabildikleri, birbirlerinin biyolojik saatlerini öğrenebildikleri ve beraber bir şeyler yapmaktan hoşlandıkları sürece ölen tek şey imzaya dayalı korkulardır.

Uzman Psikolojik Danışman
A. Cem Keçe 

Yazarın Tüm Yazıları