Paylaş
İnsan hiçbir şeyi aşamıyorsa, en azından kendi gölgesini aşmalı, mutlaka ayaklarını suya, bedenini toprağa, elini yeşile, gözünü maviye değdirebilmeli, doğasından ve doğadan uzaklaşmamalı, doğanın keyfini yaşarken ruhunu da dinlendirebilmeli, bir şekilde zamanı durdurabilmeli, şu an ve şimdide yaşamalı, anlık bile olsa doğada eriyip kaybolabilmeli... Açan çiçek, öten kuş, esen rüzgar, yağan yağmur, ısıtan güneş olmalı, her gününde doğa olmalı, inançlarıyla, erdemiyle, dürüstlüğüyle, hoşgörüsüyle, sevdikleriyle ve dostlarıyla akıp giden zamana ve hayatına değer katabilmeli, kısaca yaşamalı... Carpe Diem yapmalı...
Bildiğiniz gibi "Carpe Diem", Latin edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un bir dizesinde geçen "Gününü gün et, zamanın tadını çıkar, günü yakala, anı yaşa, günü yaşa!" anlamındaki bir özdeyiş... Bu özdeyişi insanoğlu doğru anlamalı, hazcı felsefenin bir savunusu gibi görmek yerine, geçmişi bugüne bulaştırmak veya gelecek hakkında endişelenmek yerine yaşanılan anın değerine vurgulamak için yapılan bir uyarı gibi algılamalı... 19. yüzyıl başlarında Byron’ın yapıtlarında sık sık geçen "Günü yakala!" deyiminin de, yaşanmakta olanın önemini gözden kaçırmamayı salık verdiği hiç unutmamalı. Anadolu’da sık kullanılan "Günü anlamlı yaşa!" özdeyişinin ise, insanların sadece bedenlerini uykuya, ruhlarını ölüme hazırlamaları yerine, şu an ve şimdi hayatlarına değer katmaları gerektiğini vurgulama konusunda örtük bir uyarı barındırdığı akılda tutulmalı. Yani yarının ne olacağı bilinmediği için, içinde bulunulan zamanın kıymetinin bilinmesi, yarına mümkün olduğunca az güvenilmesi gerektiği vurgusu zihne kazınmalı. Hatta Carpe Diem sözünün geçtiği ve geçenlerde kaybettiğimiz ünlü aktör Robin Williams'ın başrolde oynadığı Ölü Ozanlar Derneği filminde "Sadece bir tane hayatınız var ve şimdi yapmayacaksınız da ölünce mi yapacaksınız?" ifadeleri ile anın değerinin bilinip ona göre hareket edilmesi gerektiği hayat rehberi olarak alınmalı, yaşanmalı... Son yıllarda yazdığı eserlerle dünya çapında haklı bir ün kazanan, çalışmaları Türkçe'ye çevrilerek ülkemizde de yayımlanan Robin Sharma’nın konuya yaklaşımı ise biraz daha farklı… “Anı yaşamak zihinde değil, kalpte olur..."
Anı yaşamak, ilk bakışta 1960’ların "çiçek çocukları" olarak da tanınan Hippilerin yaşam felsefesini yansıtan ütopik bir ifade gibi geliyor. Hatta "Savaşma, seviş" sözü de onlara ait... “Anı yaşa” denilince, genç kuşaklar tarafından eski anıları yaşamak gibi de anlaşılabiliyor zaman zaman… "Carpe Diem"in felsefesi kişiler ya da kültürler bazında çoğunlukla anlaşılmak istendiği gibi anlaşılmış ve öyle de toplumsal kabul görmüştür. Bu ve benzeri yoruma açık terimlerde, insanoğlu maalesef biraz da işine geldiği şekilde bir yoruma kaçmıştır. Carpe Diem, "geçmiş için kafa yorma, gelecek için de plan yapma" anlamında değildir. Yaşamı ele alış biçimini kökten değiştiren, yaşanılan anın önemini bildiren ve onu doğru kullanmayı salık veren bir görüştür. Gününü gün etmek demek değildir Carpe Diem.“Günü yakala, anı yaşa” der ve yol gösterir. “Günü kurtar, boşver gitsin…” demez! Yaşamı hoyratça, sorumsuzca harcamayı önermez, tam tersine, hayatın belli bir miktar yükleyerek vermiş olduğu “kredi kartının limitini” yani gittikçe azalan zamanı kişinin kendisi, çevresi ve insanlık için en verimli şekilde çalışarak geçirmesini salık verir. Bu nedenle René Descartes ve Gottfried Leibniz ile birlikte 17. yüzyıl felsefesinin en önde gelen Rasyonalistlerinden biri olarak kabul edilen Baruch Spinoza, “Sonsuz olduğumuzu hissediyoruz ve gözlemliyoruz” der.
"Şu an ve şimdi" Carpe Diem eyleminin ve düşüncesinin odak noktasıdır. Hayat şu anda var olmanın kalbindedir. Denilebilir ki: "Dün geçti! Yarın henüz olmadı! Bugün eyleme geçip, düşünceleri gerçekleştirecek gündür. Bekleme. Erteleme. Şimdi değilse ne zaman?” Hayatımızı değiştirmek, iyi, doğru ve güzele yönelmek için asla geç değildir. Değişim için ayak sürüyen ve bahane bulanlar, çoğunlukla suçu yetersiz eğitim, kötü geçirilmiş çocukluk, sorunlu aile, işyeri problemleri, maddi zorluklar, adaletsizlik, haksızlık gibi birçok kavrama bağlarlar. Bir tek yapamadıkları aynanın karşısına geçip yüzleşemedikleri kendileri ve öz benlikleridir. Kişiler artık bu kısırdöngüden sıyrılmalı, kendini tanımalı ve sorunu tespit edip, ona çözüm aramalıdır. Çünkü sorunun bir parçası olan, çözümün de bir parçası olur. Anı yaşayan kişi yaşadığı her dakikaya, her saniyeye odaklıdır, yaptığı işe tam anlamıyla konsantredir, işini tıpkı bir cerrah titizliğinde yapar, ne bir kaplumbağa kadar yavaştır ne de tavşan gibi nefes nefese, alelacele, koşarak keyif almadan ve farkında olmadan… Hiç telaşlı değildir, en uygun hızda ve en verimli bir şekilde tamamlar işini... Onda yargılama, korku ve endişe yoktur, kabullenme durumu vardır. Sanki insanın önündeki tüm engeller ortadan kalkar, her şey başarması için ona yardım eder. Yaşadığı her saniyeden keyif alır, mutlu olur ve bu keyif doğayı, insanları, kokuları, renkleri, biçimleri ve çevresindeki ister insan, ister farklı bir şey olsun her şeyi anlamasını, algılamasını, yorumlamasını ve takdir etmesini sağlar. İşte böyle anlarda aldığı her nefes için, attığı her adım için, aslında her şey için bir tür minnettarlık duyar. Bu nedenle hayatı ve ilişkileri, ne alacağız, ondan ne kadar koparacağız bakış açısı ile değil, “Ben nasıl bir katkıda bulunabilirim?” şeklinde ele almak gerekir. Ünlü Romalı düşünür, devlet adamı ve edebiyatçı Seneca şöyle der: "Hayatta en büyük engel, beklemektir. Daha sonra gelecek olan her şey bu belirsizliğin alanına girer ve bekler. O zaman şu andan itibaren anı yaşayın…"
Paylaş