Güncelleme Tarihi:
Seçeneklerin giderek çoğaldığı, gelenek ve toplum baskısının hissedilmediği, ilişkisel bağların neredeyse tamamen kişilerin vicdanına bırakıldığı çağımızda, insanoğlu giderek yalnızlaşıyor. Bağ kurabilmek adına seçtiğimiz kişilerle sağlam ilişkiler kuramaz hale geliyoruz. İlişkilerimize yeterince emek vermez, ilk tökezlemede sırtımızı döner olmuşuz. Zorlanmaya gelemiyor, kalbimizin kırıldığı ilk anda pansumanı başkasına yaptırıyoruz ya da daha baştan duygusal bağları reddederek girdiğimiz tek gecelik ilişkilerde bedenimizi doyurarak tatmin olmaya çalışıyoruz. Bu çevresel, toplumsal tablonun üretim mekanizmalarıyla olan derin bağı başka bir yazının konusu tabii. Ancak ortaya çıkan sosyal tablolar hakkaniyetli bir analize ihtiyaç duyuyor.
Çiftler bir uzmanın karşısına geliyorsa bilin ki arzularıyla ilgili bir doyumsuzluk yaşıyorlardır. İki kişinin arzu doyumu adına bekledikleri öyle geniş bir yelpazeye yayılır ki umutla, tutkuyla, gelecek hayalleriyle başlayan masum sevgilerin içlerinde nasıl derin yarıklar oluşturduğu şaşırtıcı boyutlara ulaşır.
Arzu önemlidir. Her insan, ilişkiye kendi arzu potansiyelinin diğerinde doyuma ulaşacağı, nötralize olacağı beklentisiyle girer. Kendi doyum sağlarken karşısındakini de doyuracaktır. Varsayım böyledir. Ancak zamanla işler rayından çıkar ve bırakın arzuların doyuma ulaşmasını, çiftler birbirlerinde onulmaz yaralar oluşturacak saldırılarda bulunmuşlardır. Böylelikle çatışmalar artar, hesaplar tutulur, çeşitli davranışlar ve sözlerle birbirini cezalandırmalar başlar. Artık ilişkiden doyum almak bir yana çiftler kendilerini ilişkinin çatışmalarından korumak amacı gütmeye başlarlar. İlişkinin çatışmalarından korunmaya çalışmanın bir yolu da sürekli kontrolüdür. Eşinin her yaptığını, günlük planlarını, duygularını öğrenmek ve düzenlemek isterler hatta işin ucu düşüncelerini kontrol etmeye, yargılamaya, yok saymaya kadar gider. Bu çeşit yargılayıcı ilişkileri insanoğlunun çocukluk çağlarında yaşayıp geride bırakması beklenir. Yetişkinler hayatlarını nasıl organize edeceklerine kendileri karar verebilenlerdir. Ancak eşlerden biri bu süper ego konumuna talipse ve öyle davranıyorsa kendisi bir ebeveyne dönüşür ve karşısındakini de çocuklaştırır. Bu nitelikleri kazanmış ilişkilerde dominant eşler bir de eşlerinin yetersizliğinden dem vurular. Hem eşini bir çocuğa dönüştürür hem de ondan bir yetişkin gibi davranmasını beklerler.
Bu çeşit baba-kız ya da anne-oğul ilişkisine dönüşmüş evliliklerde olan arzuya olur. Arzu denetim ilişkisinde ortadan ilk kaybolandır. Arzunun olmadığı ilişkiye de aşk ilişkisi denemez.
Her çeşit arzu cinsel arzudur. Kökenini çocukların ebeveynlerine ilk sordukları soruda bulabiliriz:
Anne ben nerden geldim? Bu erotik soru, yaşama dair yaptığımız her şeyin aslında kökeninde cinsel arzunun olduğunu göstermektedir. Cinsellik asla sadece iki bedenin birleşmesi kadar değildir. Cinsellik, türünüzü devam ettirmek adına yaptığınız her şeyde vardır, okula gitmek, ders çalışmak, işe gitmek, yemek yemek, daha iyi bir işi istemek hepsi cinsel eylemlerdir ve hayatta daha iyi bir yere gelerek daha iyi insanlarla tanışıp daha iyi bir nesil ortaya çıkarmak amacı güder. Bu nedenle arzunun kaybolması yeni bir neslin ortaya çıkışına da ket vurur.
Şimdi buradan yasak ilişkilerin çekiciliğine direksiyon kırabiliriz. Yasak ilişki toplumun, hukukun, geleneklerin, sosyal kuralların beklentilerine ters düşen ilişkilere denebilir. 19. yüzyıl felsefecilerinden Arthur Schopenhauer'a göre ise aşk ilişkisi başlı başına yasaktır, toplum aşkı ve yaşandığını görmek istemez. Toplumsal onayın en önemli beklenti olduğu 19. yüzyılda aşkın ve aşk yaşayan çiftlerin toplumun beklentilerini karşılayan evli çiftlere neye sahip olamadıklarını gösterdiği için belki de böyle bir düşüncesi vardır Schopenhauer'un.
Ancak yasaktan bahsediyorsak aslında arzudan, bu yasağın konulmasını gerektiren bir arzudan bahsediyoruz demektir. Bu konuda önemli bir şiarımız da yasak ne kadar kuvvetli olursa olsun arzu daha kuvvetlidir olacaktır. Aklımızda bulunsun çünkü arzu karşı konulamayan bir şeydir. Yasak ilişki de bu anlamda insanoğlunun arzusunu cezbeder.
Bu minvalde çıkarımımız da yasağın aslında arzuyu tetiklemesiyse yasak ilişkilerde arzu baş köşededir. Heyecan, tutku, kalp çarpıntısı, endişe, beklenmezlik, öngörülemezlik, sürprizler, kaçışlar, beyaz ya da simsiyah yalanlar hepsi cezbedici bir rol oynar. İnsanların yanlış olduğunu bile bile bu tip ilişkilere girmelerinin altında bu heyecan, bu yaşıyor olduğunu fark edebilme vaadi yatsa gerek.
Yasak ilişkide arzu o denli hat safhadadır ki her an doyurulmak ve gerginlikten kurtulmak istenir. Sevdiğiniz ama size yasak olan kişiye her istediğinizde ulaşamazsınız, ne yaptığını, ne düşündüğünü, aslında doğru mu yoksa yalan mı söylüyor olduğunu bilemezsiniz, her an tetikte ve her an heyecanla dolu onu ya da ondan gelecek olumlu sinyalleri beklersiniz. Öyle ki o arzu dayanılamayacak kadar yakıcı olur, soru işretlerinin çengelleri kalbinize baktıkça batar, artık kaçamazsınız da.
Bu tip ilişkilerde kalmaya devam edenler, bu yakıcılıkla baş etmeyi göze alabilenler belki de sıkıcı, garantili, hiçbir sürpriz içermeyen, durağan ilişkilerde var olduklarını, duygularını hissetmedikleri için bu yakıcı ilişkilerini devam ettirmektedirler.
Oysa birbirinin benlik alanlarını kabul eden sınırlarına saygı duyan, kendi öz varoluşlarına yer açabilen, sınırlara tahammül edebilen çiftler, merakları ve arzuları vasıtasıyla eşlerinin kendi olmasına izin verebilirler. Onun bir birey olduğunu kabul etmek, kendinize de size özel bir alanda orijinalliğinizi koruyabilme şansı verecektir. Böylelikle eşinizin zamanında âşık olduğunuz özelliklerini yok etmemiş hatta kendisine yeni özellikler katmasına destek olmuş olursunuz. Merak edecek bir şeyler varsa arzu da var demektir.