Tiyatro Günü için Anlamlı Mesaj

Güncelleme Tarihi:

Tiyatro Günü için Anlamlı Mesaj
Oluşturulma Tarihi: Mart 25, 2011 00:00

Usta oyuncu Kazım Akşar ile sohbet.

Haberin Devamı

Barış ve dostluğu pekiştirmek, sanatsal yaratıcılığın gücü ve gelişmesi hakkında toplumu bilinçlendirmek amacıyla kutlanan 27 Mart Dünya Tiyatro Günü, giderek dünya barışı için daha da anlam kazanıyor. Usta oyuncu Kazım Akşar, bu günün önemi ve yapılması gereken çalışmalar hakkında duyarlı bir çağrıda bulundu.

Tiyatro üzerine yaptığımız eğlenceli sohbetin içinde Akşar, önce ülkemizdeki sonra da dünyadaki sanatçılara şöyle seslendi:

“Dünya sanatçılarının barış için bir platform oluşturmasını çok istiyorum. Herkes birbirinden kopuk bir şeyler yapmaya çalışıyor ama bir bütünlük olması gerekiyor. Bu nasıl olur, nasıl başlar bilmiyorum. Belki buradan yaptığım çağrı birilerine ulaşır.

Biliyorum ki, sadece sokaklarda yürüyüş yapmak, slogan atmak yetmiyor, başka şeylere ihtiyaç var ve dünya sanatçılarına büyük iş düşüyor. Muhakkak bu bölgesel olarak başlar, mesela Türkiye’de başlaması gibi. Daha sonra adım adım tüm dünyaya yayılabilir diye düşünüyorum. Bizde barış adına oluşturulan organizasyonlar oldukça zayıf. Daha güçlü bir başlangıcı da gençlerin yapacağını düşünüyorum. Böyle bir oluşum başladığında da tüm desteğimi vereceğimi tüm samimiyetimle söyleyebilirim.”

Haberin Devamı

Tiyatrodan dizilere, eğitimden özel hayatına kadar birçok konuda bizimle paylaşımda bulunan Akşar’ı sanat dolu evinde ziyaret ettik.

 

Tiyatro Günü için Anlamlı Mesaj
 

Nasıl başladınız tiyatroya?

1969’da Çocuk Saati ile başladım. Babamın bu merakıma karşı bir tepkisi vardı baştan beri. Haklıydı da kendince çünkü derslerim kötüydü. Ben Çocuk Saati’nde çalışmaya devam ettim. Orada Ejder Akışık, Cüneyt Gökçer ve Bozkurt Kuruç gibi isimleri tanıdım. Sahnenin kokusu beni büyülemişti (Sonradan öğrendim ki eter kokusuymuş). Babam hayatımın bozulacağından korkuyordu. Ben de onu kırmamak için üniversitede banka ile ilgili bir bölümde okudum ve 10 ay bankacılık yaptım. Sonunda daktiloyu yere fırlatıp bıraktım o işi. Çünkü gördüm ki, ben devam edersem belki alkolik olacağım, belki eşimi ve çocuklarımı döveceğim o işe devam edersem.

Haberin Devamı

Babamın vereceği tepkiye rağmen ben gizlice konservatuara hazırlandım ve kazandım. 3 yıl boyunca konuşmadı babam benimle ama tek bir kelime bile. Yani tiyatroya adım atışım benim bir küskünlüğümle değil ama birilerinin bana küskünlüğüyle başladı. Ben de öğrencilik yıllarım boyunca çok hırslıydım, kendimi ona kanıtlamaya çalıştım.

Babanızla barıştınız mı?

Kolay olmadı, zoruma gitmişti tavrı. Hatta bir gün anneme “Onu bu seyirci sıralarında görmek istemiyorum” bile dediğimi hatırlıyorum. Neyse, Köşe Başı diye bir oyun oynuyoruz. Babasının reddettiği bir genç, yıllar sonra kaymakam olup şehre geri dönüyor. Babasına “Bak ben adam oldum” diyecek ama geldiğinde babasının öldüğünü öğreniyor. Ben çok duygulu oynuyorum tabii bu karakteri. Arkadaşım ile ağlayarak konuştuğum bir sahnede, ön sıralardan birinin hıçkırıklarını duydum. Ben hayranlarımdan biri oyunculuğumdan etkilenip ağladı diye düşünürken, o kişinin babam olduğunu öğrendim. Bu oyundan sonra buzlar erimeye başladı. Bir gün geldi, “Olmuş beyim, bu olmuş” dedi. Tabii ben de durumun trajikliğinden ve bir konservatuar öğrencisinin romantikliğiyle “Geç, artık çok geç!” dedim ama barıştık sonra.

Haberin Devamı

1978’de Devlet Tiyatrosu’na girdim. Bir süre oyunculuk yaptıktan sonra bunun bana yetmediğini fark ettim ve ilgim rejisörlüğe kaydı. İngiltere yolunu tuttum eğitim için. Haldun Dormen’in büyük emeği vardır bu gidişimde. 1 yıl boyunca Londra’daki National Theater’da çalışmalara katıldım. Hatta Anthony Hopkins ve Judi Dench ile çalışma şansı yakaladım (Hikayenin detayı için tıklayınız).

1 yılım çok dolu gerçekten. Döndükten sonra da konservatuarda sahne hocalığa başladım. Ardından rejisörlük geldi. Şimdi de hepsine devam ediyorum, oyunculuğa da tabii.

Biraz da “Bedensiz Kadın” adlı oyununuzdan bahsedelim. Hala devam ediyor mu?

Hırvat yazar Mate Matisic’e ait oyunumuz sahnelenmeye devam ediyor hatta güzel bir haber var. Başrol oyuncumuz Reha Özcan Afife Jale En İyi Oyuncu Ödülü’ne aday gösterildi. Bu oyunun önemi ise benim için çok büyük çünkü ben barış adına bir oyun hazırlamak, sokak yerine sahnede de barış adına bağırmak istiyordum. Bu oyun tam istediğim gibi oldu. 28 sayfada savaşın duygusunu, isyanı ve fokurdayan savaş karşıtı duyguları böylesine yalın ve “savaş” kelimesini kullanmadan, slogan atmadan anlatan güzel bir oyun olabilir. Dolayısıyla metne hiç dokunmadım ama yazarın bile şaşırdığı ve hiç beklemediği bir reji hazırladım. Bu da sürpriz olsun.

Haberin Devamı

      

Tiyatro Günü için Anlamlı Mesaj
      

(Kazım Akşar, oyun afişi için kendi çizdiği tablolarıyla)

Oyuncu kimliğinize geri dönmek istiyorum yine. Sizce bir oyuncuyu diğer meslekleri icra edenlerden ayıran en önemli özellik nedir?

Biraz şizofren olması lazım önce. Sıradan birinin iyi bir oyuncu, yazar, rejisör ya da ressam olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü çizgi dışına çıkmadan bir şey yaratmazsınız.

Aile yaşantınız bundan nasıl etkileniyor?

Şu anda evli değilim. Önceki eşlerim de Devlet Tiyatrosu sanatçısıydı ama bazen garip bir kıskançlık, çekişme doğuyordu galiba. Yani “Sen işinle daha fazla evlisin” yargısı baş gösteriyor hatta “Sen benim mesleğimi engelleyecek güce sahip değilsin” düşüncesi bile ortaya çıkıyor. Tabii, evliliğini sürdürebilenler de var ama bu meslek biraz bencil bir meslek. Mesela ben bir oyuna çalışırken yalnız olmalıyım. Beni çalışmamdan uzaklaştıracak aktivitelerden de uzaklaşıyorum ve hatta buna sebep olan kişiye karşı da tavır takınıyorum. Böyle olunca da sorunlar kaçınılmaz oluyor.

Haberin Devamı

Peki, çocuğunuz olsaydı ve sizin yolunuzdan yürümek isteseydi tavrınız ne olurdu?

Şimdiki dönemde 8 ya da 12 tane konservatuar var ve ha bire birileri mezun oluyor. Asıl sorun ise işin olmaması. Bir kere ona işsiz kalma ihtimalini anlatırdım. Ama benim gibi gidip gizli gizli bu mesleğin ardından koşacaksa yapabileceğim bir şey yok.

Sizce dizilerin oyunculuğa bir katkısı var mı? Tiyatro ile arasındaki fark nedir?

Hep pratik açıdan bakıyorum dizi oyunculuğuna ve maddi bir destek sağlamak benim amacım. Tabii maddiyat dışında katkıları da var. Seyircinin sizi tanımasını sağlıyor ve bu da dolaylı yoldan tiyatroya seyirci getiriyor. Sinemanın oyunculuk kazandırdığını söyleyebilirim ama dizi öyle değil. Gördünüz işte, senaryo geliyor ertesi gün ezber yapıp oynuyorsunuz. Senaryo geç geliyor çünkü senaryo bile reytinglere göre yazılıyor. Bu ne kadar sanat olabilir ki?

İlk kez Atatürk’ü sahneye taşıyan sizsiniz ama Kadın İsterse dizisi ile tanındınız.

Atatürk’ü ilk kez sahnede oynamak büyük bir zevk ve onur ama maalesef bunu kimse bilmiyor. Kadın İsterse dizisindeki çapkın Cavit karakteri ise hala hafızalarda. İsmini bile unutmuyorlar. Yani seyircimiz Cavit ismini unutmayacak kadar zeki ama sadece Cavit’i hatırlayacak kadar da saf.

            

Tiyatro Günü için Anlamlı Mesaj
            

Buradan hareketle “Bu adam gerçekten çapkın bence” yorumlarının nedeni de bu düşünce yapısı diyebilir miyiz? Bir de gerçekten çapkın mısınız? :)

Bir gün Antalya’dayım bir oyun hazırlığı için. Bir şeyler içmek için oturduk, biri geldi “Vay abi hoş geldin çapkınlık yapmaya mı geldin?” dedi. Geçiştirmeye çalıştım çünkü bir yandan gerginim de. “Antalya’da çapkınlık nasıl gidiyor?” diye sorunca delirdim, “Sanki İstanbul’da kız mı kalmadı da buraya geleyim” diye patladım. Bu gibi hikayeler çok. Uzun zaman reddettim ama baktım olmuyor kabul edip geçmeye başladım, artık rahatım. Size soranlara da çapkınmış dersiniz.

Röportaj: Hanife Yaşar

Fotoğraf: Halil Yücer

Sayın Kazım Akşar'a değerli paylaşımlarından dolayı teşekkür ederiz. 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!