Güncelleme Tarihi:
İnsanda kanser oluşumunu önleyen en etkili mekanizmalardan biri bağışıklık sistemi. Ancak bağışıklık sistemi bu önemli görevi yerine getirebilmek için ufak bir teşvike ihtiyaç duyuyor. Bu teşviki yaratmanın yollarından biri "kontrol noktası inhibitörleri" adı verilen özel bir ilaç grubunu kullanmak.
Söz konusu ilaçlar "katil T hücresi" olarak bilinen bazı bağışıklık hücrelerini frenleyip kanser hücrelerini öldürmeye çalışıyor. Kontrol noktası inhibitörlerinin özellikle cilt, akciğer ve böbrek kanserlerine karşı oldukça etkili olabiliyor ancak ne yazık ki bu tedavi yöntemi tüm hastalarda çalışmıyor.
2018 yılında yayımlanan bir dizi araştırma, aradaki farkı yaratan şeyin hastaların mikrobiyomları olabileceğini ortaya koydu. Kontrol noktası inhibitörlerine yanıt veren ve vermeyen kişilerin bağırsaklarında yaşayan bakteriler tutarlı farklılıklar gösteriyordu. Ardından 2021 yılında yapılan iki çalışmada, bu tedaviye yanıt veren kişilerin bağırsaklarından yanıt vermeyenlerin bağırsaklarına yapılan dışkı naklinin, ilaçların etkinliğini artırabildiği görüldü.
SONUÇLAR ARAŞTIRMACILAR İÇİN DE SÜRPRİZ OLDU
Son olarak fareler üzerinde yapılan ve sonuçları geçtiğimiz hafta Science dergisinde yayımlanan bir araştırmada, hiç beklenmedik sonuçlar elde edildi. Makaleye göre, bağırsak dokularında bulunan D vitamini seviyesi katil T hücrelerinin kansere saldırmasını tetikleyen belli bakterilerin varlığını ve gelişimini destekliyor olabilir.
Yağlı balıklar ya da yumurta sarısı gibi gıdalardan alınabildiği gibi güneşe çıktığımızda derimizde de üretilebilen D vitamini, metabolizmamızın yanı sıra kemiklerimizin, kaslarımızın, sinirlerimizin ve bağışıklık sistemimizin sağlığı için kritik bir rol oynuyor. D vitamininin kansere karşı koruyucu etkileri de olabileceğine dair kanıtlar geçmişte de elde edilmişti ancak fareler üzerinde yapılan araştırmada elde edilen yeni bulgular yine de sürpriz olarak değerlendirildi.
Londra'da bulunan Francis Crick Enstitüsü'nde immünoloji uzmanı olarak görev yapan Caetano Reis e Sousa, keşfettikleri mekanizmaların insanlarda da çalışıp çalışmadığını görmek için dikkatli çalışmalara ihtiyaç olduğunu belirtti.
Reis e Sousa, "D vitamini yüzlerce genin çalışmasını etkiliyor, o nedenle karmaşık bir durum" dedi. Ancak Reis e Sousa ve çalışma arkadaşlarının analiz ettiği birkaç veri setinde, yüksek düzeyde D vitamini aktivitesine sahip hastaların çeşitli kanserlerle savaştan sağ çıkma şanslarının daha yüksek olduğu ve immünoterapiye daha iyi yanıt verdikleri görüldü.
Dahası güneş ışığının ve dolayısıyla insanların ciltlerinde ürettiği D vitamininin oldukça sınırlı olduğu Danimarka'da tutulan detaylı sağlık kayıtları, D vitamini yetersizliği olan kişilerin sonraki 10 yılda kanser geliştirme riskinin daha yüksek olduğunu gösterdi. Reis e Sousa, "Bu veriler muhtemelen gerçek sayıların altında kalıyordur. Çünkü bu insanların en azından bir kısmı D vitamini yetersizlikleri olduğunu öğrendiklerinde vitamin takviyesi almaya başlamıştır" dedi.
"BİR SEBEP DAHA"
Olsztyn şehrinde bulunan Polonya Bilimler Akademisi'nden biyokimya uzmanı Carsten Carlberg, "Bu araştırma size yeterince D vitamini üretmeniz ya da almanız için bir sebep daha veriyor" dedi. Kariyerini D vitamininin etkilerini araştırmaya adamış olan Carlberg, bununla birlikte farelerden elde edilen bulgulara dayanarak insanlarla ilgili sonuçlara varmak için acele edilmemesi gerektiğini belirtti.
Reis e Sousa ve çalışma arkadaşları, yıllardır bağışıklık sisteminin kanser hücrelerine saldırma becerisini etkileyen genleri tespit edebilmek için yıllardır laboratuvarda fareler üzerinde araştırmalar yürütüyor. Bazı genleri devre dışı bırakılmış farelere kanser hücreleri aktaran araştırmacılar, hücrelerin tümöre dönüşmesinin ne kadar zaman aldığının takibini yapıyor.
Bu bağlamda Reis e Sousa'nın meslektaşlarından Evangelos Giampazolias'ın yaptığı keşif belirleyici oldu. Halihazırda Manchester Kanser Araştırma Enstitüsü bünyesinde çalışmalarını sürdüren Giampazolias, D vitaminini bağlayıcı protein üretimi için komut veren bir geni devre dışı bırakmanın farelerdeki kanser hücrelerinin gelişimini yavaşlattığını keşfetti.
Bir sonraki aşamada, geni etkisiz hale getirilmiş farelerle herhangi bir değişikliğe uğramamış fareler aynı kafese yerleştirildi. Bu noktada daha da ilginç bir şey ortaya çıktı: Kafese konan genleri değiştirilmemiş farelerdeki kanser gelişimi de yavaşlamıştı. Peki kansere dirençli farelerle yakın olmak, diğer fareler için nasıl koruyucu etki yapıyordu?
Giampazolias ve Reis e Sousa bunun açıklamasını kısa süre içinde buldu: Fareler birbirlerinin dışkılarını yiyordu ve genleri değiştirilmiş farelerin dışkılarındaki bir madde, genleri değiştirilmemiş farelere aktarılıyordu.
ANTİBİYOTİK ALAN FARELERDE ETKİ KAYBOLDU
Bunun genleri değiştirilmiş farelerin bağırsaklarında yaşayan mikroplarla alakalı olup olmadığını görmek amacıyla, genleri değiştirilmiş farelere antibiyotik verildi. Bunun sonucunda hem farelerin kansere karşı direnci hem de bunu kafes arkadaşlarına aktarma becerisi ortadan kayboldu. Bu da farelerin dışkılarındaki bağırsak bakterilerinin, tümörlerin büyümesini bir şekilde azalttığını kanıtlamış oldu.
Reis e Sousa, D vitamini bağlayıcı proteinin, D vitamininin çoğunluğunu kanda tuttuğuna dikkat çekerek, "Bu nedenle vücuttaki diğer dokulara ulaşabilen D vitamini azalıyor. Buna bağırsakların iç yüzeyleri de dahil" dedi.
Araştırmacılar, bu proteinin oluşumu için komut veren geni devre dışı bırakınca bağırsaklardaki D vitamini düzeyleri ve Bacteroides fragilis adlı bakterinin miktarı arttı. Reis e Sousa insanların kalın bağırsaklarında da görülen bu bakterinin bağışıklık sistemini destekliyor olabileceğini ifade etti.
Araştırma kapsamında D vitamini bağlayıcı proteinle alakalı geni devre dışı bırakmak, genleri değiştirilmemiş farelerin besinlerindeki D vitamini miktarını artırmak ve farelerin bağırsaklarına Bacteroides fragilis takviyesi yapmak hep aynı sonucu verdi: Tümöre saldıran katil T hücrelerinin sayısı arttı ve tümörün büyümesi yavaşladı.
Dahası D vitamin düzeyi yüksek olan fareler, immünoterapiye de daha iyi yanıt verdi. Reis e Sousa, "Bakterinin bunu nasıl yaptığını henüz bilmiyoruz. Ama etkinin tartışmasız olduğu ortada" dedi.
KİMLER D VİTAMİNİ TAKVİYESİ ALMALI?
Reis e Sousa, insanların D vitamini alımıyla ilgili de uyarılarda bulundu.
Özellikle güneş ışığını az görenlere D vitamini testi yaptırmalarını tavsiye eden Reis e Sousa, "Ancak D vitamini düzeyiniz düşük çıksa bile takviye almadan önce doktorunuza danışın. Zira D vitamini takviyelerinin kanser riski ve diğer sağlık sorunları üzerindeki etkisine dair halen öğrenmemiz gereken şeyler var. Otoimmün hastalıkların riskini artırması gibi konularda henüz bilmediğimiz olumsuz etkileri olabilir" dedi.
D vitamini almak için çok fazla güneşte kalmak gerekmediğini de vurgulayan Reis e Sousa, "D vitamini için güneş banyosuna ihtiyacınız yok. Bir yürüyüşe çıkmak yeterli olacaktır" dedi.
Harvard Üniversitesi T.H. Chan Kamu Sağlığı Okulu'ndan beslenme araştırmacısı Dr. Walter Willett, Reis e Sousa'nın araştırmasıyla ilgili olarak, "Bunlar bizim bulgularımızın bir kısmıyla tutarlı. Biz de kanında D vitamini düzeyi yüksek olan kadınlarda kolorektal kanser riskinin daha düşük olduğunu bulduk. Ben ayrıca D vitamini takviyesi alan kişilerde kanser kaynaklı ölüm oranının daha düşük olduğunu gösteren bir denemeye de katılmıştım" dedi. Willett, D vitamini takviyelerinin özellikle güneşsiz iklimlerde yaşayanlar için iyi bir fikir olduğunu da belirterek, 800-1000 birim D vitamini içeren multivitamin/multimineral takviyelerinin iş göreceğini belirtti.
National Geographic'in "Can vitamin D help fight cancer?" başlıklı haberinden derlenmiştir.