Güncelleme Tarihi:
Grotstein (1987), insanların kendilerine acı veren kişilere bağlanmayı, boşluk duygusuna tercih ettiğini ifade ediyor. Bir kara delik gibi deneyimlenen boşluk duygusu kendilerini ölü gibi hissetmelerine sebep oluyor. Kernberg’in de ifade ettiği gibi kişiler kendilerini "ölü hissetmektense acı çekerek hala yaşadıklarını bilmeyi" (1975, s.196) tercih ediyorlar. Yeni deneyimler korkutucu olduğu için ne kadar yıkıcı da olsa eski davranış kalıpları tekrarlanabiliyor.
Analitik terapinin temel varsayımlarından biri, çiftlerin eş seçiminde bilinçdışı süreçlerin büyük etkisinin olduğudur. Kişiler, çocukluklarında açılan yaraları onarmak için ebeveynlerinden farklı ya da yarayı açan ebeveyn ile çok benzerlik gösteren eşler seçebiliyorlar.
Bireylerin yaşadığı duygusal acılar, geçmişe ait çözülmemiş konuların olduğuna işaret eder ve analitik çift terapisinde bunlar üzerinde çalışılır. Bazı durumlarda, çiftler birbirlerinden geçmişin yaralarını iyileştirmelerini bekledikleri için kendilerini ve birbirlerini sevme kapasitelerini yitirebiliyorlar. Terapi sürecinde, kişilerin çocukluk deneyimleri ve davranış kalıpları konusunda içgörü geliştirmeleri önemli bir yer tutuyor. Fakat içgörü kalıcı bir değişim için tek başına yeterli olmayabiliyor. Çift dinamiğinde değişim; terapi sürecinde kazanılan içgörünün, yeni duygu ve düşüncelerin ilişki içinde tekrar tekrar deneyimlenmesiyle mümkün oluyor.
Analitik çift terapisinde tek tek bireylerden çok, evlilik ilişkisinin üzerinde durulur. Terapide bireylerin iç dünyasındaki umutlar, hayal kırıklıkları, korkular ve dileklere ek olarak, eşlerin iç dünyalarının etkileşimine bakılır. Her çiftin kendine özgü bir ilişkisi ve özel bir iletişim şekli vardır. Eşler bu özelliklerin farkında değildir; bu özellikler bilinç ya da bilinçdışı süreçlerle ilgilidir.
Terapistler için yüreklendirici olan şeylerden biri de kişilerin iyileşme arzusundan vazgeçmemeleridir. Saklı sadakatler ve eşlerin birbirlerine verdikleri hazlar bize terapide yardımcı olan unsurlardır.