Güncelleme Tarihi:
Salı akşamları 19:50’de TRT1 ekranlarında yayınlanan Seksenler dizisi, sıcacık ve neşeli üslubuyla bizleri 80’li yıllara döndürüyor. O yılları yaşayanları, o günleri dinleyerek büyüyenleri ve o yıllardan bihaber olanları da geçmişe götürerek 32 yıllık değişimin hikayesini anlatıyor. Klasik bir Türk ailesi üzerinden anlatılan olayları, o ailenin babası Fehmi (Rasim Öztekin) ve evin büyük oğlu Ahmet’ten (Şoray Uzun) dinlemeye ne dersiniz?
O dönemdeki siyasi olaylara fazla değinmeden, daha çok aile ilişkileri ve mahalle kültürü üzerinden yola çıkan eğlenceli bir dönem sitcom’u olan Seksenler’den öncelikle evin babası ile sohbetimize başlıyoruz.
Geniş Aile dizisinin babasıyken bir anda Seksenler dizisinin babası oldunuz. Nasıl başladı bu süreç?
Ben aslında Geniş Aile’den sonra en az 1 sene bir şey yapmayı düşünmüyordum. Çünkü Geniş Aile 3 sene süren bir maratondu. Çok keyifli çalışmıştık. Açıkçası Geniş Aile’deki keyfi her yerde bulamayacağım korkusu da vardı, en az 1 sene dinlenmeyi düşünüyordum. Ama sonra Seksenler için Birol Güven beni çağırdı. Bana projeyi anlattı. Birol, projeyi anlatınca heyecanlandım. Biz Birol ile daha önceden çalıştık. Birol Güven’in ne kadar iyi bir yapımcı olduğunu biliyordum, tekrar onunla çalışmanın keyifli olacağını düşündüm.
Ayrıca bu projenin beni heyecanlandırmasının diğer bir nedeni ise benim gençliğimin geçtiği bir dönemin anlatılması. 72–80 arası benim lise çağlarım, hem Türkiye’nin hem de bizim kanımızın deli aktığı bir dönem. Seksenler ve seksenin hemen sonrasının anlatılması benim çok ilgimi çekti. Şu ana kadar seksenler ile ilgili bir sürü proje yapıldı ama onlar çok daha başka bakış açısıyla baktı. Bizim Seksenler başka bir bakış açısıyla bakıyor. Bir de sitcom olması daha güldüren, güldürürken düşündüren, düşündürürken o günlere götüren nostaljik esintiler yaratan bir proje oldu.
O dönemleri sizin ağzınızdan dinlesek, 80’li yıllar dendiğinde sizin aklınıza ne geliyor ilk olarak?
70 ile 90 arası olan dönemde yaşam çok daha güzeldi, çok daha hoştu. Çok daha zor olmasına rağmen, çok daha keyifliydi, belki de zor olduğu için keyifliydi. Yani yaşam zorluğundan sonra elde ettiğin bir takım şeyler sana büyük keyif veriyordu ama şu anki gibi her şeyin elinin altında olduğu zaman onun kazanması çok keyifli olmuyor. Biz 80’li yıllarda bir şeyleri elde etmek için mücadele ederdik, onun kavgasını verirdik. Şimdi ise her şey armut piş ağzıma düş şeklinde olduğu için o dönem çok heyecanlı bir dönemdi.
Sizin nasıl bir aileniz vardı, nasıl bir ortamdaydınız o yıllarda?
Benim ailem çok aydın bir aileydi, benim yaptıklarıma pek karışmazlardı. Mesela ben tiyatrocu-oyuncu olmak istediğimde kimse karışmadı, desteklediler. O dönemde insan ilişkileri çok kıymetliydi, insani değerler kuvvetliydi. Mahallede insan ilişkileri, oturduğun apartmanda insan ilişkileri, ailenle olan insan ilişkileri bambaşkaydı. Mesela benim bütün arkadaşlarımın ailesini benim ailem tanırdı, görüşürlerdi. Böyle bir çevre oluşurdu, bir sıcaklık vardı. Komşularımızdan biri aşağı yukarı her gün bizim kapımızı çalardı, bir kahve fincanı şeker, pirinç isterdi biz de gidip onlardan bir şeyler isterdik. Ben şu an yan komşumu tanımıyorum.
İnsanlar artık rahat ve samimi değiller değil mi?
Evet, 80’de insanlar rahattı. Tamam, siyasi bir kargaşa vardı, terör vardı fakat insanlar buna rağmen rahattılar şimdi öyle bir durum yok. En önemlisi mesela 80’lerde insanlarda “Acaba bu beni kazıklar mı?” duygusu yoktu. İnsanların güveni karşındakine tamdı, şimdi insanlar güvenemiyor birbirine, herkes herkese şüpheyle bakıyor. Tabii o zaman ne oluyor, insani ilişkiler bitiyor. İnsani ilişkilerin bitmesi için başka etkenler de var tabii bilgisayar, televizyon bunlar da ilişkilerin kopmasında süreci hızlandırıyor. Bugün misket oyunu dediğin zaman, ne bileyim saklambaç dediğin zaman çocuklar tuhaf tuhaf suratına bakıyor.
Bu diziyle yeni nesle de öğretmiş oluyorsunuz aslında tüm bunları.
Tabii özellikle o dönemi yaşayan anne-baba seyrederken kendini kaptırıyor. Çocuklar da onlardan öğreniyor o dönemi.
Dizideki baba nasıl bir karakter?
Ailenin babası Fehmi, teröre karşı tamamen korumaya almış ailesini. Yaşanan olaylardan dolayı çocuklarını üniversiteye gönderemiyor. Sahiden olaysız gün yoktu o zamanlar. Ya kahve ya da üniversite önü taranıyordu yani devamlı çatışmalar oluyordu. Fehmi korumacılığının yanı sıra kendi içinde esprili biri. Aslında çok babacan bir adam ama aileyi koruduğu için tabii biraz da tatlı bir despotluğu var. Ben dizide aslında dayımı oynuyorum, dayım öyle bir tiptir. Ben dayımdan hem çok çekinirdim hem de bize gelmesi için dua ederdim. Despottu ama çok esprili ve çok tatlı bir adamdı. Benim kafamdaki Fehmi de o tip.
Peki, siz kızınız Pelin’e karşı nasıl bir babasınız, karışır mısınız çok?
Kız babası olarak benim de bir korumacılığım var ama günümüz şartlarında uzaktan takip edebiliyorum. Oyuncu olup olmamasına hiç karışmadım. Pelin, kulislerde büyüdü her hafta sonu benimle mutlaka tiyatroya gelirdi, o havayı çok kokladı. Ona çok müdahale etmedim çünkü kendi yolunu kendi çizsin istedim. Rasim Öztekin’in kızı olarak bir şey yapacaksa yapmasın zaten. Mesela girdiği bütün projelerde benim sonradan haberim oldu. Pelin’in her şeyi kendisinin halletmesini bekledim. BKM’ye girdiğini de sonradan öğrendim.
Pelin şu an ne yapıyor?
BKM Mutfak bu sene bir şey yapmadı. Belki bir tiyatro yapacaklar belki de turneye çıkacaklar. Netleşmiş bir durum yok.
Şu sıralar yaşanan 12 Eylül soruşturması ile ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz?
Geç kalınmış bir yargılanmadır. Çok daha önceden olması gereken bir şeydir. Bence bu işin başındakiler kadar alt kadrolardakilerin de yargılanması lazım. Esas o dönemde işkenceyi yapan insanların yargılanması lazım. Kenan Evren’i, Tahsin Şahinkaya’yı yargılasan ne olur, yargılamasan ne olur. O dönemde çok acayip şeyler yaşandı, insanların yaşı büyütülüp asıldı hem de hiç suçsuz yere. Bunların bir şekilde hesabının sorulması lazım, bence bütün darbelerin hesabı sorulmalı. Geç gelen adalet diyorum ama inşallah adalet yerini bulur.
Sohbetimize evin büyük oğlu, bıçkın delikanlı Ahmet’e hayat veren Şoray Uzun ile devam ediyoruz…
Sizi uzun süre bir televizyon programında sunucu olarak gördük, bu diziyle oyunculuğa nasıl dönüş yaptınız?
Ben en son “Şoray Uzun Yolda” diye bir gezi programı yapıyordum. Elde mikrofon, Anadolu’yu karış karış dolaşıyorduk. Bir süre sonra yorulduğumu, artık enerjimi kaybettiğimi gördüm ve aileme zaman ayıramadığımı tespit ettim. Çünkü program için bir gidiyordum, 14 gün dönmüyordum. Şu an 6 yaşında olan küçük oğlum o zamanlar beni resmen tanımıyordu. O işi bitirdikten sonra tekrar oyunculuk yapmak istedim. Fakat 1 yıl boyunca bana sürekli gezi programı teklifleri geldi. Yalnız ben devam etmek istemedim. Sonra bu dizi oldu, rüya gibiydi.
Seksenler’e sizi çeken ne oldu?
En büyük faktör Birol Güven. Birbirimizi senelerdir çok iyi biliyoruz, daha önce çalışmamış olsak da birbirimizden hiç kopmadık, iletişimimiz devam etti. Birol Güven’in her işinde olduğu gibi bu iş de çok tuttu. Çok iyi bir proje. Diğer dizilerden farkı, başarılı dönem dizileri var aslında ama dönem olup da komedi olan tek iş bu. Ayrıca çok hoş bir kadro kuruldu. Herkes rolüne çok güzel uydu.
Sizin canlandırdığınız karakter Ahmet’i anlatır mısınız bize biraz?
Ahmet, hem mahallenin ağır abisi hem de komik unsuru. Hem romantik hem komik. Bıçak sırtı bir rol aslında. Evin büyük oğlu, 1980 senesinde yaşanan sıkıntılardan dolayı okuyamamış, işsiz. Kendi karakterine zıt bir kıza aşık.
Dizideki dekor ve müzik de o dönemlere götürüyor bizleri, siz ne düşünüyorsunuz?
Dekorun önemli bir bölümü İzmir’den geliyor. İstanbul’da 80’li yıllara ait objeler kalmamış artık. Dekor çok başarılı gerçekten. Müziklerle Birol Güven’in eşi Burcu Hanım ve Aydın Sarman ilgileniyorlar. Senaryoyu yazan arkadaşlar, 80’de çocuk olmalarına rağmen çok başarılılar. Bizim dizinin en önemli şansı bir de yönetmenimiz Müfit Can Saçıntı’dır. Müfit Can tam bir 80’ler uzmanı. Komedi çekecekseniz ortamınızın çok rahat olması lazım. Doğaçlama çok oluyor çünkü herkes tiyatro kökenli. Senaryoya herkes katkıda bulunuyor.
Siz 1980 senesinde kaç yaşındaydınız, nasıl geçti o dönem sizin için?
Ben 13 yaşındaydım. 1980 yılında Yenibosna’da 50. yıl Ortaokulu’nda okuyordum. Sonra adı 75. yıl Ortaokulu oldu ve öyle kaldı. Hatırladığım şöyle bir şey var: Yabancı devlet başkanları ülkemize geleceği zaman okuldan bizi toplarlardı, E5’in yanına bizi dizerlerdi. Yağmur ya da sıcak fark etmez, elimizde başka ülkelerin bayraklarıyla devlet başkanlarının önümüzden geçmelerini beklerdik. Geçerken o devletin adını bağırırdık.
Aile, komşuluk ilişkileriniz nasıldı?
Babam tır şoförüydü. Bizim merdaneli çamaşır makinemiz bile yoktu, annem tüm çamaşırları elinde yıkardı. Evimizde mazotlu soba vardı. Benim kömür taşımamam gerekiyordu çünkü biz mazot yakıyorduk. Ama sizin yorulmanız için komşuya kömür gelmesi yeterliydi (gülüyor). Komşuluk ilişkileri o kadar güçlüydü ki komşunun derdi, sizin de derdinizdi. Büyükler memnundu bu ilişkiden ama çocuklar için yorucuydu. “Oğlum git ekmek al, gazete al, şunu değiştir” böyle geçti. Sizin bir derdiniz olduğunda da onlar yardım ederdi. Evde anahtar mı unutuldu, benim belimden ip bağlarlardı, o daireye sarkıtırlardı. Bilgisayar, telefon, jetonlu oyuncaklar yoktu, tüm zamanımızı sokakta geçirirdik. Televizyonun hayatımıza verdiği şeyi o zaman biz birbirimize verirdik. Cem Yılmaz’ın askerlik anıları yoktu, onun kadar komik olmasa da mahalleden bir ağabeyimizin anıları vardı.
O dönemdeki gençlerle şimdiki gençleri kıyaslamanız gerekirse ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
O zamanlar gençlerin hepsi amatör birer şairdi. Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Orhan Veli adayıydı hepsi. Şimdi yeni kuşaklar ise şiir bilmiyorlar, Müşfik Kenter’in sesinden Orhan Veli şiirini dinlemenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Şimdiki gençlerin gelecekle ilgili hiçbir düşünceleri yok, o dönemin gençlerinin yasa dışı da olsa ülke ile ilgili bir kaygıları vardı, dünyada ne olup bittiğinin farkındaydılar. Beni bağışlasınlar ama şimdiki gençlerin bütün derdi sınıf atlamak, iyi arabaya binmek, güzel kızlarla çıkmak, pahalı evlerde oturmak tek hedef bu. Kariyer planlaması bunun üzerine kurulu.
O dönemlerde toplum içerisinde görünmeyen kurallar vardı ve onun temeli adaptı. Eskiden berberler, otobüsler toplumun iç dinamiğini yansıtırdı. Şimdi metrobüse biniyorsunuz, kimse kimseye bakmıyor, kulaklarda kulaklık. Yurt dışında bunu görürdünüz eskiden işte bizim ülkemiz de öyle oldu. Gelişen çağa ayak uyduracağız diye toplum olarak sıcaklığımızı kaybediyoruz.
Peki, sizin çocuklarınızla aranız nasıl?
Ben 14 senelik evliyim. 6 ve 11 yaşında iki oğlum var. Ben iyi bir baba değilim, nasıl olunur onu da bilmiyorum sadece baba olmaya çalışıyorum. İletişim kurmakta biraz zorlanıyorum. Anneleri yardım ediyor.
Büyük oğlunuz izliyor mu diziyi?
Ezbere biliyor replikleri. Babasının nasıl bir ortamdan geldiğini görüyor. Bu dizi bana yardımcı oluyor aslında. Dizi kendimi anlatmamda ve çocuklarımla iletişim kurmamda iyi bir köprü oldu. Evde telefon olmadığını görünce cep telefonu alınmamasının pintilikten değil öyle bir kültürel kodun olmamasından kaynaklandığını anlıyor.
Biraz önce gençlerin vaziyetinin pek de iyi olmadığından bahsettiniz. Siz çocuklarınızı bu zamanda büyütürken endişe taşımıyor musunuz?
Endişe duymuyorum çünkü onları ben yetiştiriyorum.
Son olarak şu an yaşanan 12 Eylül davası ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
17 yaşındaki bir gencin yaşını büyütüp astılar. O çocuk bir siyasi görüşü temsil ediyordu. Tek el silah atmamış adamları, başka emperyalist memlekete “kahrolsun” dedikleri için astılar. Bu memlekette binlerce genç öldü, günde ortalama 6 kişi birbirini öldürüyordu. Gazetedeki yazarlar, dernek temsilcileri, başka görüştekiler öldürülüyordu, Anadolu’dakiler katlediliyordu.
80 öncesi Madımak olayındaki hadiseler ayda bir yaşanıyordu. Şimdiki PKK teröründen daha beter bir şeydi. Terör her sokaktaydı. Bu ortamı sağlayanları yargılayamayız çünkü onları bilmiyoruz. Bizi birbirimize kırdırtanlar başka memleketlerde, topraklarda çürüyorlardır zaten. Bin beter olsunlar. Darbeyi kimse tek başına yapamaz. Darbenin koşullarının oluşması şart. Şu an yargıladığımız ileri yaşlardaki adamlar bu darbenin toplumsal alt yapısını oluşturmaktan uzaklardır. Onlara güçleri yetmez. Demokrasiye müdahale anlamında yargılıyoruz. Ama bu halkı da yargılamamız lazım. 30 sene boyunca bunları başımızda tutmuşuz. 12 Eylül’ün öncesindeki çapsız siyasetçileri ne yapacağız? Günümüzde rant peşinde koşanları ne yapacağız? İşte tüm bunlar insanın içini acıtıyor ne yazık ki.
[fotogaleri=428]
Sevgili Rasim Öztekin ve Şoray Uzun'a değerli paylaşımlarından ötürü teşekkür ederiz.
Röportaj: Nilay Uzun
Fotoğraf: Merve Hazinedaroğlu