Güncelleme Tarihi:
Günümüzde ihmal ediliyor olsa da hekimliğin temeli ve başarısının ölçüsü olması gereken alan koruyucu (preventif) tıptır. Hekimler, hastaları tedavi etmek için harcadıkları çabanın çok daha fazlasını hastalanmalarını engellemek konusunda harcamalıdırlar.
Ne yazık ki, tıbbın gösterdiği teknolojik ve farmakolojik gelişmeye rağmen hem akut hem de kronik hastalıkların sıklığının gün be gün arttığını görüyoruz. Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de 15 milyon Hipertansiyon, yaklaşık 10 milyon Diyabet, 10 milyon Depresyon hastası var. Yakın çevrenizde kime sorsanız bir hastalığından şikayet ediyor. Bayanların ortalama menopoza girme yaşı her yıl biraz daha genç yaşlara kayıyor. Osteoporoz ilaçları, menopoza girmiş her kadının kullandığı bir şekerlemeye dönüştü. Türkiye'de her yıl 50.000 insan kanserden dolayı ölüyor. Antidepresan ilaçlara başlama yaşı artık ilkokullar hatta anaokulları seviyesinde .
Çünkü; insan doğasına aykırı evlerde yaşıyor, insan biyolojisi üzerindeki olumsuz etkileri ispatlanmasına rağmen hala klorlu sular içiyor, toprağa dokunmadan bir gecede serada üretilmiş sebzeleri yiyor, yiyeceklerimizle bolca zararlı kimyasallar ve tarım ilaçları alıyor, en ufak bir ağrıda kimyasal ilaçlara sarılıyoruz.
Lüks arabalarımızdan dolayı yürümeyi unuttuk, hızlı asansörlerimiz varken merdiven çıkmaya ne gerek var..? Çıplak ayakla en son ne zaman toprağa bastığımızı düşündüğümüzde çocukluk yıllarımıza gidiyoruz.
Stres artık yaşamımızın olmazsa olmazı. Sürekli bir koşuşturmaca halindeyiz. Yarışı hep birinci bitirmek için paralıyoruz kendimizi. İkinciliğe tahammülümüz yok. Karnemizin yıldızlı aferinlerle dolu olması için oyun oynamayı unuttuğumuzu bile fark edemiyoruz.
Artık şu gerçeğin farkına varmalıyız: İnsan, psikososyal bir biyolojik varlıktır. Onun sadece biyolojik yönünü ele aldığımızda, sonuç insan kavramından uzaklaşmak olacaktır. Bu mantık düzleminde yapılan tedavi de bir makineyi tamir etmekten farksız, rutin, ruhsuz bir işleme dönüşecektir.
Burada tıbbın anlamı da genişlemiş oluyor: Doğal yollarla bile olsa, aktar mantığıyla şu hastalığı tedavi etmek için bu bitkiyi kaynat iç gibi bir öneriyi kabul edilebilir olarak görmüyorum. 30 metre üzerinden 300.000 voltluk yüksek gerilim hattı geçen bir evde yaşayan çocuğun epilepsi hastalığının hangi yöntemle olursa olsun o evden uzaklaştırılmadıkça tedavi edilemeyeceği daha baştan belli değil midir?
Hepimiz başımızı iki elimizin arasına alıp kötü bir son durağa giden bu otobüsten kendimizi nasıl dışarı atabileceğimizi düşünmeliyiz. Herkesin kendince yapabileceği çok şey var. İlkokula giden çocuğunuza cep telefonu almamak gibi mesela. Mesela pazarda alışveriş yaparken süslü lambalar altında parlayan domatesleri değil bir köşeye oturmuş köylü teyzenin sepette sattığı albenisiz domatesleri almak gibi. Arabanızı evinizden iki sokak öteye park etmek ya da iş dönüşü evinizden iki durak önce otobüsten inip yürümek ve asansör kullanmamak gibi. Baş ağrınız olduğunda ağrı kesici ilaç almak yerine nane yağıyla şakaklarınıza masaj yaptırmak gibi. Gripal enfeksiyona yakalandığınızda tedavide bir etkinliği olmadığını bile bile antibiyotik kullanmak yerine her evde bulunan bitkisel çaylardan istifade etmek gibi. Uyku ilacı almaktan kaçınarak şerbetçiotu çayı içip yastığınızın altına küçük bir de mıknatıs koyarak yatmak gibi.
Herşey ilk adımla başlar.