Güncelleme Tarihi:
Ankara’da doğmuş, okumuş, çalışmış, bir süre sonra İstanbul’a gelmiş, evlenmiş ve burada bir yaşam kurmuş Ayşem Öztaş. 15 yıllık satış-pazarlama üzerine koşturmacayla geçen sürecin ardından evlilikle beraber iş hayatına veda etmiş. Seramik, butik pastacılık, peçeteden notlar bloğu ve şimdilerde pastalar için yenilebilen maket çiçekler yaparak aslında çalışmaktan hiç geri kalmamış. En önemlisi ise 2 afacan erkek çocukla beraber tüm bunları yürütmeyi başarmış. Peçeteden Notlar adlı bloğuyla çok fazla insanla iletişimde olan hamarat anne Ayşem ile her telden bir sohbet gerçekleştirdim.
Evlilikle beraber işi bırakmak sizin tercihiniz miydi?
Biraz kendi tercihimdi. Neden diye soracak olursanız, çalışma hayatından çok yorulmuştum. 31 yaşımdaydım. Satış- pazarlama olduğu için, çok ciddi ve yoğun bir tempoda çalışıyordum. Evlenince, eşim “Çalışmak ister misin?” dedi. Ben de “Çalışmama şansım varsa, ne mutlu bana” dedim.
Bu kararınızdan pişmanlık duydunuz mu?
3 ay sonra. Evlendikten 3 ay sonra, ben evin içinde “mıkırdanmaya” başladım. Hep öyle diyorum. Çünkü bambaşka bir hayat. İlk 15-20 gün, taş çatlasın ilk 2 ay, çok güzeldi. Ohh, yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda. Ondan sonra; sabah erken kalkayım, makyaj yapayım, iş denilen bir menzilin içine gireyim, hatta mümkünse ondan para kazanayım istedim. Orada biraz kişisel özgürlük devreye giriyor. Mesela eşimin işe giderken, bıraktığı para, bana batmaya başladı. “Ben o parayı kazanmadım” duygusu…
Ne yaptınız peki?
Tabii “Ne yapabilirim, ne yapabilirim?” demeye başladım. “Evden çalışabilirim” düşüncesiyle, ufak ufak seramik işine başladım. Seramikten figürler yaptım.
İlginiz var mıydı buna?
Yoktu ama ilgim olduğunu fark ettim. O sıralar, internet büyük bir destekti bana. Araştırma, kendini geliştirme konusunda, ne yapabilirim diye düşündüm. Hobiler, boyamalar, işlemeler… Evde oturan kadın için, zamanı değerlendirmek açısından bir sürü seçenek var. Onlar içinden, seramik cazip geldi. Yaklaşık 2,5 sene, seramikle uğraştım. 2,5 senenin sonunda, hamile kaldım.
Batu planlı bir bebek miydi?
Evet. Aslında şöyle söyleyeyim; ikisi de planlı değildi. Evliliğimin 3. senesinde, tamamen bir kaza kurşunu sebebiyle hamile olduğumu öğrendim. Aynı şey Doruk için de geçerli (Gülüyoruz).
Üçüncü çocuğu düşünüyor musunuz?
Ben çocuk istiyorum. Yani, çocukları seviyorum. Doruk da planlı bir çocuk değildi ama istiyorduk. Hatta eşimin dediği şey şuydu: “Gerçekten ikinci çocuğu istiyor musun? Hazır mısın?” dedi. Birinci çocuk bizde bir dalgalanma yaratmıştı. Ama ben “Evet, istiyorum” dedim. Çünkü bu sefer, başıma ne geleceğini biliyorum. Ayrıca doğduktan sonra neler olacağını biliyorum. Nasıl bakılacağını, nasıl altının değiştirileceğini... Uykusuz kalmaya, zaten alıştım. Olabilecek tek şey şu; bir çocuk ile ikinci çocuk arasındaki fark. Bir çocuklu ev ile iki çocuklu ev arasında çok ciddi bir fark var gerçekten. İki çocuklu ev ile üç çocuklu ev arasında, emin olun hiçbir fark yoktur. O yüzden üçüncü çocuğa sıcak bakıyorum ama yaşları, koşullar ne olur bilemem.
Nasıl bir annesiniz?
Çok rahat bir anneyim ben. Eşim de rahattır.
İnternetle aranız nasıldı?
Çok iyiydi. Çok fazla araştırma yapar ve kendimi geliştirirdim. Ama özellikle donanımlar, yazılımlar bilmiyordum. Yaptığım tek şey; arama motorlarına kelime girip, sitelere girerdim, okurdum. Yazılımlarla falan alakam olmadığı için bloglar hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Yemek blogları vardı. Onlar da kafama yatmıştı ama bir de ailem uzakta olduğumuz için “Aileleri de gelişmelerden haberdar edecek bir şeyler olmalı” diye düşünürken, bunların hepsi bir araya geldi ve blog kurmaya karar verdim.
Bloğun adına nasıl karar verdiniz?
Bir sürü isim düşünüyordum. Yok öyle olsun, böyle olsun. Ankara’da çok sevdiğim bir arkadaşım var, onunla konuşurken “Bak blog diye bir şey varmış, ben de açıyorum” diyorum. Bende yazma arzusu var. Arkadaşıma “yazacağım” dedim. İsmini bulamıyordum ve o an arkadaşım “Sen peçeteleri seversin” dedi. Benim peçete koleksiyonum vardı. O an karar verdim ve “Peçeteden Notlar” oldu.
Blog, şu anda her türlü konuyu kapsıyor değil mi?
Evet, yani şu an, kişisel sıkıntılar dediğimiz sıkıntılar ve bunların kendimce bulduğum çözümleri, izlediğim ya da takip ettiğim yollar... Yani her şey var.
Bir yandan da iş olarak da yenilebilen çiçekler yapıyorsunuz. Bu pasta süsü işi ne zaman başladı?
Bu blogla beraber, özellikle yabancı tarifleri, Türk malzemelere adapte edip, uygulama olayına geçişte, sürekli karşıma çıktı. Mesela çiçekler. Yenilebilir çiçekler aldım. Çok hoşuma gidiyor. “Onlar pastanın içinde güzel olur, hoş durur” düşüncesi ile başladı. Ve ben, bunu araştırmaya başladım. Hamurunu yaptım. Geçen sene bir düğün maketi ile bir yarışmaya katıldım, İstanbul Gastronomi Festivali adı altında. Orada Türk Milli Takımı’na seçildim. Bunu kazanınca zaten “Tamam, bu güzel bir yol” dedim.
Ailelerle iletişim için kurulan blog şimdi bir kadın sitesi haline geldi. Bu duruma eşinizin tutumu ne oldu? Bu noktaya geleceğinizi düşünmüş müydü acaba?
Hayır, o da düşünmedi. Ben de siz şimdi olayı özetleyince, taa o zamanlara kadar gidip “Vay be” diyorum. O da şaşırdı. O günlük tutan, yazılı olarak günlük tutan bir insan. Sitenin ilk kapatılmasında, o, benim üzüntüme çok şaşırdı. “Niye bu kadar üzülüyorsun?” dedi. Ben de ona “Bu, farklı bir duygu. Bu bir paylaşım” dedim. Aynı düşüncede olanlar, olmayanlar… Gazetede yapılan ‘köşe yazarlığı’ gibi bir şey. Onlar sizi okuyorlar ve tepki gösteriyorlar. Bu tepki ister olumlu olsun, ister olumsuz. Ama siz, insanlar sizi okusun diye yazmıyorsunuz. Siz, kendinizi yazıyorsunuz. Garip bir duygu. Bunu, ona anlatmaya çalıştım. Bu konuda, ne kadar başarılı olduğumu bilemiyorum ama artık onun da bir bloğu var.
Gerçekten mi? Eşinizin bloğunun adı ne?
İşte bu kısım çok komik. Onun bloğunun adı “Tuvalet kağıdına notlar.” Yaklaşık bir yıl önce açtı. “Kendime blog açtım!” dedi. “Nasıl yani?” dedim. “Açtım işte. Artık ben de paylaşacağım” dedi. O, biraz daha kendi konusu ile ilgili paylaşımlar yapıyor. Hikayenin şu kısmı çok komik, onun en iyi düşündüğü yer; tuvaletmiş. Onun üzerine sitesinin ismini koymuş (Gülüyoruz).
Okumuş, çalışmış, bloğunu yapmış, seramikle ilgilenmiş, pastacılık yapmış ve şimdi yenilebilen çiçekler yapan bir kadınsınız. Peki bunun devamında ne olacak?
Aslında, benim başka planlarım var. Sanki 3- 4aydır bizim konuştuğumuz konuların içindesiniz, biliyorsunuz ve soruyorsunuz gibi. Blog devam edecek. Blogtan asla vazgeçmeyeceğim. O benim... O benim üçüncü bir çocuğum. Orası benim günlüğüm. Kızgınlığım, sevincim, mutluluğum, mutsuzluğum, umutsuzluğum… Her şeyimi yansıttığım şey. Onun Dışında “Ayşem Öztaş ne olacak?” dersek, yenilebilir çiçek konusunda, özellikle pastacılık tasarımı konusunda Türkiye’de tek isim olmak, çok ciddi bir hedef. Ayrıca, eğer şansım olursa, çünkü oralar biraz handikaplı, Türkiye’yi bu konuda, yurtdışındaki yarışmalarda temsil etmek istiyorum.
Röportaj: Pınar Eslek
Fotoğraflar: İsa Çakır