Güncelleme Tarihi:
Çocuklarımızın hevesle beklediği, bir nevi bağımsızlıklarına ve geniş arkadaş ortamlarına adım atacakları o gün geldi kapımıza. Özellikle ailesinde öğrenim hayatının içinde olan büyükleri varsa çevresinde, daha bir hasretle bekler çocuk okulu, ancak bu büyük hayaline adımını attığı ilk gün beklediği gibi olmayabilir. Peki, nedir okula başlama heyecanını streste çeviren?
Çocuğumuzun öğrenim hayatına başlaması, bu zamana kadarki yaşam serüveninde ilk kez yanında mutlak koruyucuları (öz bakım verenleri) olmaksızın, şimdiye kadar içinde bulunduğu, tüm fertlerini tanıdığı, tüm fertleri tarafından kendisine sevgi ve hoşgörülü yaklaşılan küçük toplumdan akranları ve daha büyük çocuklar ile dolu yeni bir toplumun içine girmesi anlamına gelir. Evinde kendisine ve varsa kardeşlerine sınırsız sevgi veren ebeveynler bırakılmış, kendi öz bakımlarını karşılamak sorumluluğu üzerlerine kalmış ve eğitmenleri tarafından tatlı bir başarı sorumluluğu yüklenmiştir üzerlerine. Bu savunmasız ve çaresiz kalınmış ortama birden bırakılan çocuk doğal olarak bir korku yaşayacaktır, hele bir de çevresinde ağlayan başka çocuklar var ise! Pekala, neler yapabiliriz bu stresti yenmek için?
1. İlk olarak, okulumuza (veya kreşimize) birlikte göz atmaya gidebiliriz. Böylelikle içine düştüğü dünya tamamen yabancı olmayacak ayrıca o mekan üzerinden kuracağı hayallere zemin hazırlanmış olacaktır.
2. Bana kalırsa ikinci adım özellikle birinci sınıf çocuğumuzun tatlı hayallerini bir parça yıkmak olmalıdır. Okul hayatının yüklediği sorumluluklar korkutmadan anlatılmalı, okul hayatının sadece arkadaşlarla oynamaktan ibaret olmadığı izah edilmelidir. Tekrar etmekte fayda var ki, bunu yaparken yıkıcı değil yapıcı örnekler verilmeli, sorumluluklar teşvik edilmelidir. Okuma yazma öğrenmenin ne kadar harika bir şey olduğunu anlatmanın yanı sıra bunun için çalışması gerektiği hatta bazen azıcık sıkıcı şeyler yapmak zorunda kalacağı ama bunları beraber aşabileceğinizi anlatmalısınız. Bu adımdan umduğum sonuç daha az strestli ödev saatleri ve neyle karşılaşacağını bildiği için olumlu direnci artmış bir öğrenci sonucudur.
3. Üçüncü adımımız ise sanırım çocuklarımızdan çok ebeveynlerimiz için zor bir adım olacak. Ayrılık ritüeli… Okul veya sınıf kapısında (ki sınıf kapısına kadar girmememiz evladır) öğrencimiz ağlıyor hatta bacaklarımıza yapışmış halde olsa dahi gideceğimizi ona tatlı dille söylemeli, onu anladığımızı ve dönene kadar çok özleyeceğimizi ifade etmeliyiz. Böyle durumlarda çocuklarımız maalesef duygu sömürüsü silahını kullanabiliyor, hele bizde duygusal bir durum içindeyken… Bu yüzden kararlılığımızı hissettirmeli, zor olsa da cesur bir ifade takınmalıyız. Bu ayrılıklara bir de özel bir selamlaşma eklenebilir. Mesela her ayrılık zamanı çocuğumuzu iki değil 4 kez öpebiliriz veya alnını ve yanaklarını öpebiliriz. Bu ayrılık selamlaşması sevgi ve özlem dolu bir okul çıkışı karşılaması ile pekiştirildiğinde her ayrılık zamanı geri döneceğinizin bir nişanesi olacaktır. Ayrılık hususunda duyacağım bir diğer mızmızlanma konusu da “filancanın annesi okula gelmişti, sen niye gelmedin?” şeklinde olabilir ve bizi zayıf noktamızdan ilgisizlikten vurabilirler. Bu durumda okulun çocuklara ait olduğu, velinin hatalı davrandığı, kendisinin tüm bu okulun üstesinden gelebilecek kadar güçlü bir birey olduğunu (burada hayal dünyasını beslemek için sevdiği süper kahramandan dahi daha güçlü olduğu) söylenebilir.
4. Dördüncü adımımız ki bu sadece okula başlarken değil tüm hayat boyu lazım olacak; koşulsuz olumlu kabul. Koşulsuz olumlu kabulden burada kısaca bahsetmek pek mümkün değil ancak açıklamak gerekirse karşımızdaki bireye sunduğumuz sevgi başarı gibi şartlara bağlı olmaması fakat yapılan hataların da sevgi ambargosu uygulamak dışında yöntemlerle çözülmesi diyebiliriz.
5. Son olarak söyleyeceğimiz beşinci adım ise doğrudan bizlere, velilere yönelik. Bir kısmımız için okul en az çocuğumuz kadar bizim için de tedirginlik kaynağı. Bu durumu hisseden çocuğumuz da aynı tedirginliği yaşamaya veya bize karşı duygusal silahlarını daha isabetli kullanmaya başlıyor. Bazı velilerimiz çocuğunun ortamını tıpkı ev ortamı gibi steril bir hale getirmeye çalışıyor, başka bir deyiş ile yanından ayrılmış olsa dahi tüm varlığını hissettirmeye çalışıyor. Bu durumun hem eğitimcinin verimi açısından hem de çocuğumuz açısından ciddi zararları vardır. Çocuğumuz okulda diğer bireyler ile ilişki kurmayı ve daha kolay arkadaş edinmeyi öğrenecek, toplumsal, sosyal kuralları ve onlara uymayı öğrenecek, öz güveni ve iletişim kabiliyeti artacak, kişiliği yerleşmeye ve kendi kişiliğine uygun arkadaşlar edinmeyi öğrenecek, Özetle zihinsel, bedensel, psikolojik ve sosyal olgunluğa erişecek ve daha da önemlisi tüm bunları yaşıtları ve onları koşulsuz seven öğretmenleri eşliğinde eğlenerek yapacak. Eğer biz hatta bizler, tüm velilerimiz okulun doğal ortamına müdahale edersek çocuğumuzun tüm bu gelişimini kısıtlamış ve sekteye uğratmış olacağız.
Yukarıda oluşabilecek lokal bir problem için bazı lokal çözüm yollarını paylaştık sizlerle. Öğrenim hayatının henüz giriş kapısındayız ve önümüzde koca bir on altı yıl var, elbette başka sorunlar ve problemler yaşayacağız ve umarım bunları da zorlanmadan ve sıkıntı yaşamadan aşabiliriz.
Son olarak şunu da unutmayalım, bugün, çocuğunuzun okula adım attığı ilk gün, onun bir birey olduğu ve toplumun içine karıştığı ilk gün, o da artık toplumun kendi öz bakımını idame ettirebilen bir ferdi ve öğrenim hayatı devam ettikçe bu konuda kendine güveni artacak. Onun bir birey olduğunu unutmayın, kararlarına, tercihlerine saygı duyun (kendileri için ciddi tehdit oluşturmadığı müddetçe) ve hayallerini gerçekleştirmek için imkan sağlamaya çalışın. Bütün bunlardan 16 yıl sonra ise arkanıza keyifle yaslanıp hayat başarısı elde etmiş, öz güvenli ve açık fikirli evladınıza bakıp keyifle gülümseyin.