Güncelleme Tarihi:
Gazeteci ve ilk kitabı ile yazarlığa adım atmış olan Nermin Yıldırım, ‘Unutma Beni Apartmanı’ adlı kitabının ilginç öyküsünü Hürriyet Aile okurlarıyla paylaştı.
Nermin Yıldırım, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Basın-Yayın Bölümü’nden mezun. Ama yazmaya ve edebiyata çok meraklı. Kendini bildi bileli yazı yazıyor ve hayat onu gazeteciliğe doğru sürüklüyor. Hala gazeteciliğe de devam ediyor ama sonunda en büyük hayalini gerçekleştiriyor ve bir kitap çıkartıyor: Unutma Beni Apartmanı. İşte bu kitap, hayallerini gerçekleştirebilmenin vermiş olduğu hazzın ve başarının ilk eseri. Kitabın çok ilginç bir çıkış noktası var, gelin hep birlikte bu yolculuğa ortak olalım.
İlk kitabınız yayımlandı, neler hissediyorsunuz?
Çok mutluyum, basılmış ilk kitabım aslında ben çocukluğumdan beri yazıyorum, üniversite yıllarımda da bazı çalışmalarım oldu. Unutma Beni Apartmanı, insanlarla buluşturmak istediğim ve yayınevine götürdüğüm ilk kitabım.
İlk yayınevine götürüşünüzde kitabınızın basılması ne büyük mutluluk…
Evet, ben şanslıydım ilk Doğan Yayıncılığa götürdüm, onlar da kabul ettiler. Mesela kabul etmeyebilirlerdi o zaman belki başka bir yere götürürdüm, orası da kabul etmeyebilirdi. Eminim çok iyi yazılmış bir sürü kitap vardır yerine ulaşmayan. O bakımdan şanslı olduğumu düşünüyorum.
Kitap 4 senede yazıldı değil mi? Nereden esinlenildi, nereden çıktı Unutma Beni Apartmanı?
Evet, 4 senede yazdım. Cihangir’de gerçekten bu isimde bir apartman var. Kitapta tarif edilen yerde tarif edilen gibi bir apartman. Zaten öyle bir ismi var ki ben apartmanı ilk gördüğümde bu kitap ortada yoktu ve isminden çok etkilendim.
Çok orijinal bir isimmiş gerçekten…
Kitaptaki karakter gibi bu apartmana hikayeler ürettim “Acaba isim nasıl konulmuş olabilir, nereden çıktı?” diye… Velhasıl, apartmanın öyküsü romana dönüşmedi ama romanda kendine bir yer bulmuş oldu.
Kitabın ilk çıkış noktası ise çok uzun süredir görmediğim annemden ansızın bir telefon almamla oldu. Kitaptaki karakter Süreyya da bu olayı yaşıyor, kendi meselemden o noktada etkilendim ama telefondaki görüşme, konuşmanın içeriği, onun öncesi ve sonrası tamamen kurgu.
Peki, “Evet, kitabım artık basılmak için tamamdır” nasıl dediniz?
Ben iyi olduğuna inandım ve daha fazla değiştirip bozmak istemedim. Fikrine güveneceğim birinden görüş almak istiyordum. İşte bu noktada Rekin Teksoy’a götürdüm kitabımı. Benim çok kıymetli bir hocamdır. Onun gibi usta birinden olumlu bir eleştiri alınca kendime daha da güvendim ve akabinde götürdüm yayınevine.
Kitapta daha çok anne-kız ilişkisi anlatılmak isteniyor sanırım.
Romanda başa baş giden iki öykü var. 43 yaşında bir karakterimiz var Süreyya, bir gün aniden beklenmedik bir telefon alıyor annesinden, daha önce annesini hiç görmemiş, ilk defa o telefonda sesini duyuyor. Bu telefon görüşmesi boyunca da bir taraftan annesinin hikayesini okuyoruz. “Bu 43 yıllık görüşmemenin nedeni nedir, bu ayrılık niçin yaşanmış?” bunları öğreniyoruz. Süreyya’nın, annesinin hayatındaki gerçekleri öğrenmesiyle başlayan bir iç yolculuğuna tanık oluyoruz.
Dünyayla ilişkilenememek nasıl bir şeydir onu görüyoruz. Mesela Süreyya’nın yaşadığı dönemde darbe oluyor, savaşlar oluyor aslında bunlardan etkileniyor ama bizim çağımızın insanında olduğu gibi onda da bir bencillik söz konusu, etkileniyor ama hem bir şey yapmıyor hem de bana değmezse ben etkilenmem duygusuyla görmezden geliyor. Böyle bir durumu var Süreyya’nın.
Kitabı yazarken bir uzmandan yardım aldınız mı?
Yazmadan önce bir araştırma yapıyorum, akla yatkın olmasına özen gösteriyorum hata yapmamak için. Sonrasında bir uzmana gösteriyorum. Karakterin saçma bir insan olmasını istemem dolayısıyla yazarken değil ama yazdıktan sonra konunun uzmanlarıyla görüşüyorum ya da öncesinde bir araştırma yapıyorum kendimce.
Yazarken en çok neye dikkat ediyorsunuz?
Belki insanın iç dünyasında önemsiz görünen detaylara çok önem veriyorum. Okurken de öyle birinin çok derinine girmek, açmayacağı, söylemeyeceği, gizlediği hatta karanlık ne varsa oralara girmek benim ilgimi çekiyor. Ne kadar gizli noktaları açarsanız, oraları ne kadar deşerseniz onun o kadar şifa veren bir şey olduğunu düşünüyorum. Herkeste acısını gizleme, utanma durumu var. Genel olarak çok samimiyetsiz bütün bunlar, zaten yaşadığımız çağ da çok samimiyetsiz bir çağ.
Herkes etiketleme meraklısı değil mi? Herkes, her şeyi çok biliyor.
Hepimizin problemleri var, hiçbirimiz muhteşem değiliz, bugün ağlayıp yarın gülebiliriz. Hiç kendimize yakıştıramayacağımız şeyler de yapabiliriz. Sürekli birbirimizi çekiştirmeyelim. Hem kendimize hem etrafımızdakilere bir hareket alanı tanımalıyız.
Peki siz ne tarz kitaplar okumaktan hoşlanıyorsunuz, kimleri okuyorsunuz?
Dönem dönem sevdiğim yazarlar değişir ama Adalet Ağaoğlu’nu çok severim. Hep söylerim onun insanı yaşadığı çağla beraber anlatma hali vardır, ben ondan etkilendiğimi düşünüyorum. Dolayısıyla onun insanı yaşadığı çağla, dönemle anlamlandırma tarzını seviyorum ben. Ahmet Hamdi Tanpınar’ı çok severim. Birini keşfettiysem, okumaya başladıysam, sevdiysem arka arkaya bütün kitaplarını okurum. Yönetmenler için de aynı şey geçerli arka arkaya bütün filmlerini seyrederim. Çünkü onun bir dili, bir dünyası olduğunu düşünüyorum, ona temas ettiğiniz an siz de büyülü bir dünyanın içine giriyorsunuz. Araya başka bir yazarın kitabını soktuğunuzda sanki o dünya bölünüyor, yarım kalıyor gibi hissediyorum.
Barcelona’da yaşıyorsunuz, neden orası?
(Gülüyor) Barcelona’yı seviyorum. İspanya’nın geneli ama özellikle Barcelona bize çok yakın bir şehir. Katalanlar da öyle, Akdeniz ülkesi olmasının avantajlarını yaşıyorum, kültürel olarak bizim ülkemizle aralarında korkunç uçurumlar yok. İnsanlar bizim gibi sıcakkanlı, yemesini, içmesini, sohbeti seven insanlar dolayısıyla orada bir zorluk çekmiyorum. Diğer olumlu tarafına gelince kadın olarak orada kendimi rahat hissediyorum. Kadınlar dünyanın neresine giderse gitsinler erkeklere oranla dezavantajlı yaşıyorlar. Bize birtakım az önce sizin bahsettiğiniz etiketlerden yapıştırılıyor, hareket alanları belirleniyor ve onun dışına çıkamıyoruz, çıktığımız zaman yaftalanıyoruz. Kadın ve erkek maalesef eşit yaşayamıyor. Tabii orada da birden bire kadın meselesi sonuna kadar bitmiş olmuyor ama en azından kendimi daha rahat hissettiğim anlar oluyor.
Yazarlık dışında ilgi alanlarınız var mı, Barcelona’da nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Şimdi İspanya’da yaz aylarında, 1 hafta boyunca her semtin festivali olacak , insanların kapılarının önünde sokak festivalleri sürecek. Onlara gidiyorum, takip ediyorum özellikle gezmeyi çok seviyorum. İspanya’dan diğer ülkelere gitmek daha kolay, elimde böyle bir avantaj varken değerlendirmeye çalışıyorum, bol bol geziyorum.
Şu an üzerinde çalıştığınız bir proje var mı?
Bu kitapta ailenin yokluğunu, yarasını gördük şimdi de varlığının derdini kurcalamaktayım.
İnsanlar, Unutma Beni Apartmanı’nı neden okumalı?
Süreyya içinde yaşadığımız çağın marazlısı aslında hastalıklı diyebileceğimiz bir karakter çünkü çok mutsuz, çok temas edemiyor yaşadığı dünyaya böyle dertleri var ama hepimize biraz benzediğini düşünüyorum dolayısıyla belki bir anlamda kendimize bakmamıza vesile olabilir. Çünkü bizim hikayelerimiz de böyle, Süreyya’nın yolculuğunda belki de bazılarımız kendi hikayemize dönebiliriz. Geçmişe dönüp bakmakta kendi yaralarımızı kurcalamakta sakınca yok bundan korkmamak lazım. Ne zaman kendimizle barışacağız, birbirimizle barışacağız, o zaman mutlu olacağız. Hayatta mutluluk da mutsuzluk da var, Süreyya belki mutsuz ama hikayesindeki yolculukta kendi kendiyle tanışabildiği için şanslı olduğunu düşünüyorum. Umarım biz de bu kadar şanslı oluruz.
Sevgili Nermin Yıldırım'a değerli paylaşımlarından dolayı çok teşekkür ediyoruz.
Röportaj: Nilay Uzun
Fotoğraf: Joan Alvado