Güncelleme Tarihi:
Bu yıl 20. yaşını kutlayan Kardeş Türküler grubunun solistlerinden Feryal Öney, şu sıra solo çalışmaları nedeniyle yoğun bir temponun içinde. Ama yine de bizi kırmadı ve hakkında merak ettiklerimizi anlatmak için sabahın erken saatinde soluğu Taksim’de aldı. İçtiğimiz çay kadar koyu sohbetimizde Konya Ereğli’de geçen çocukluk yıllarını, Kardeş Türküler’in nasıl bir araya geldiğini ve tabii ki evliliğinin hikayesini konuştuk.
İnsanın kendi hayatını kendisinin yönlendirdiğine inananlardan Feryal Öney. Öğretmen olan babasının etkisiyle çok erken yaşta okuma yazma öğrenip okula erken başlaması, hayatına verdiği yönün ilk adımı belki de. Çünkü henüz matematik zekası gelişmeden okula başlayan her çocuk gibi kendini yetersiz hissedip paniklemeye başlayınca, neye yeteneği olduğunu aramaya koyulmuş daha o yaşta. İlkokul öğretmeni Ümran Hanım da şarkı söyleme yeteneğini keşfedince, uzun ve bir o kadar meşakkatli müzik yolculuğu başlamış.
Ailenizde yok muydu müzik merakı?
Gerçek anlamda müziksever bir aile benimki. 1970 doğumlu olduğum için 45’likler dönemine yetişebildim. Evimizde bir pilli pikap vardı. Akşam yemeğinden sonra müzik şöleni başlardı. Orhan Gencebay, Cem Karaca, Erkin Koray, Barış Manço, Kamuran Akkor, Emel Sayın, Zeki Müren gibi büyük isimleri 5 yaşından itibaren dinlemeye başlamıştım. Ailecek hep birlikte mırıldanırdık.
Kaç kardeşsiniz?
4 kız kardeş. Kalabalık bir ailede büyüdük. Babam hep yalnız bir erkek olarak yaşadı. “İyi ki 4 kızım var” der her zaman ama zor olsa gerek.
Annenizle aranız nasıldır?
Annem çok zeki bir insan olmasına rağmen ilkokuldan sonra kız çocuğu için yeterli deyip okutmamışlar. Buna rağmen çok hırslıdır ve çok kitap okur. Ve hâlâ “Sadece terzi olmamalıydım” der.
Annemin kısıtlamayışı, benim özgür ruhlu olmama önayak olması, yol göstericiliği beni geliştirmiştir. Zaten kadınların çok esnek olduğunu düşünüyorum hayata, politikaya, bugünkü yaşadığımız memlekete dair. Babam da kısıtlamazdı ama anneler daha yakın oluyor tabii. Çok şanslıyım böyle bir ailede doğduğum için.
“Orhan Gencebay’ın müziğiyle büyüdüm”
Müziğin içinde büyüdünüz ama söylemek istediğiniz şarkıların türüne ne zaman karar verdiniz?
Müzik, tür ayrımı yapılacak bir şey değil, kısıtlamamak gerekiyor. Hele hele Türkiye’deki çeşitliliği düşününce… Yüzyıllar boyunca Osmanlı müziği ile halk müziği iç içe yaşamış. En güzel örneği Zeki Müren’in yaptığı müziktir. Benim için de öyle, müziği seviyor olmam yeterli.
Ben Orhan Gencebay’ın müziğiyle büyüdüm. Doğu ve Batı müziğini çok iyi bilen bir müzisyen olduğunu düşünüyorum. Benim solistliğimi etkileyen isimlerin başındadır. Onun dışında Emel Sayın, Ajda Pekkan, Cem Karaca ve diğerleri de öyle. Dolayısıyla türler arası geçişler benim çok hoşuma gidiyor ve hem Kardeş Türküler’de hem de solo çalışmalarımda yaptığım işe böyle yaklaşıyorum.
Müzikte kalitenin peşinde koşmak zor olsa gerek…
Bu ülkede bazı meslekleri sırf sevdiğiniz için yaparsınız. Benim müzik yapma nedenim de bu. Elbette çok iyi paralar kazanan müzisyenler var. Kıskanmıyorum, şanslı olduklarını düşünüyorum. Farklı piyasa ve seyirci kitleleri var şüphesiz. Biz Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu olarak kendi koşullarımızı kendimiz oluşturduk ve Kardeş Türküler de o sayede devam edebildi.
Başka gruplara önayak olduğunuzu düşünüyor musunuz?
İmrendirdik sanırım ama ben isterdim ki başka Kardeş Türküler de olsun, biz başka alanlara kayalım. Hatta bizim hayalimiz “Artık barış gelse de biz de bu ‘barış gelsin’ konserlerini bitirip başka projeler yapsak, başka şeyler de söylesek” idi. Birçok üniversiteden birçok grup çıkıp devam edebilirdi aslında. Ya yeterince hırslı değildi gençler ya da koşulların ağırlığı altında ezildiler, bilemiyorum. Ama ümit veren gruplar da var.
BGST (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) nasıl kuruldu?
1993 mezunuyum ben. Daha öğrenciyken tiyatrocusuyla, dansçısıyla, müzisyeniyle “Bu memlekette nasıl sanat yapılır?” sorusunun peşine düşen, düşünen ve sorgulayan bir topluluk oluşturduk. 1995’te de BGST’yi kurduk. Sadece müzik değil, tiyatro, dans, yayıncılık alanlarında çalışan insanlardan oluşuyor BGST. Farklı disiplinlerin birbiriyle tartışabilmesi, iletişim halinde olması ve birbirinin literatürüne yaklaşıp ürünlerinden faydalanması aynı zaman da insanın vizyonunu da açıyor. Kardeş Türküler’de sadece şarkı, türkü söyleme derdi yoktur; bir atmosfer yaratmak, söylenilen şarkının hikayesini seyirciye aktarabilmek ve tüm bunları diğer gösteri sanatlarıyla yapabilme derdi vardır. Bunların hepsini de üniversite yıllarında kazandık.
“Müzisyenlik emekli olabileceğiniz bir meslek değil”
20. yaşını dolduruyor Kardeş Türküler. Bu kadar kalabalık bir ekiple bu kadar fazla dayanışma konserine çıkarken nasıl ayakta kaldınız?
İlk yıllar bu işi nasıl birlikte kotaracağımızı düşünmekle geçti. Daha sonra dediğim gibi, BGST’yle birlikte dayanışma ağlarımızı kurduk, insanlar nasıl geçinebileceğinin yollarını buldu. Derdimiz bağımsız sanat yapmak. Devlete ya da başka bir kuruma bağlı değiliz. Birçok arkadaşımız bize destek olduğu için, kendi içimizde ayakta kalmayı öğrendiğimiz için gelebildik bugünlere.
Alt kadronuz var mı?
Net bir alt kadro yok ama doğduğumuz yer olan Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nden besleniyoruz, onların çalışmalarına katılıyoruz. Mezun olduklarında da BGST’ye gelip ya farklı alanlar açıyorlar kendilerine ya da Kardeş Türküler’in çalışmalarına dahil oluyorlar. Müzisyenlik emekli olunabilecek bir meslek değil ama arkadan gelenlere kapı açmam gerekecek benim de (Gülüyor).
Hem ekip hem de hayat arkadaşınız Ayhan Bey ile olan hikayenize gelsek bir de…
Üniversitede, Folklor Kulübü’nde tanıştık. Ayhan da müzisyen olmak için gelmişti ekibe. 1997’de de evlendik ama o yoğunluk içinde ne zaman evlenelim dedik, ne zaman, kim kime teklif etti, hatırlamıyoruz bile. Sade bir nikah yapıp sonraki hafta provalara döndük zaten. Yıllardan beri günümüz şöyle geçiyor: Sabah kalkıp Beyoğlu’na geliyoruz provaya. Sonra arkadaşlarla çıkıp bir şeyler yiyip sohbet ediyoruz ve eve gidip sonraki prova hakkında konuşuyoruz, gazetede okuyor televizyon izliyoruz (Gülüyor).
Sürekli birlikte zaman geçirmenin zor yanları oluyor mu?
24 saat yan yana olmanın güzel yanları var. Laf ağzımızdan çıkmadan anlıyoruz birbirimizin ne diyeceğini. Hangi noktada durmamız gerektiğini, birbirimizi rahat bırakmayı öğrendik. Hemen de olmadı bu tabii. Kavga gürültü de oldu ama zaten evlilik sonrası başlıyor tanıma denen hadise. Birbirimizi bu kadar iyi tanımanın zor yanı ise hayatımızda hiç sürpriz olamaması.
“Bizim evde herkes her işi yapar”
İş bölümü nasıl evde?
Öğrenciyken de feminist bir örgütlenmenin (Feminist Kadın Çevresi) içindeydim. Sanat yapan kadınlar olarak “Biz nerede duruyoruz?, Sanat alanında ikincil konumdan kurtulmak için yeterince uğraşıyor muyuz?” gibi soruları sormaya başladık kendimize. Bu gibi konulara daha fazla girdikçe günlük ilişki ve yaşantımızı da daha fazla sorgular olduk. Böyle bir gelenekten gelmenin çok faydası olduğunu düşünüyorum. Bizim evde herkes her işi yapar. Bazen Ayhan’ın benden daha fazla iş yaptığı bile söylenebilir (Gülüyor). Çok fedakardır. Sadece kimin ne kadar iş yaptığı değil tabii ki, gündelik yaşamımıza sinmiş olan ‘’erkek egemen’’ dilden, davranış kalıplarından, düşünme biçiminden kurtulma çabası bizim evliliğimizde de temel dertlerden biri oldu hep.
Çocuk yapmayı düşünmediniz mi hiç?
40’lı yaşlara kadar istemedik, daha doğrusu gündelik yaşamın hayhuyu içerisinde aklımıza bile gelmedi. Hayatımızın oturması, yaptığımız müziğin belli bir aşamaya erişmesi derken zaman geçmiş biz fark etmeden. Sanırım çok da fazla çocuk yapma hırsım yoktu. Bir de kafam karıştı. Çocuk olsa bu kadar işi nasıl yapacağım diye düşününce çıkamadım işin içinden.
Son olarak yeni projelerinizden de bahseder misiniz?
Bu hafta bir albüm çıkaracağız. İranlı müzisyen Cavit Murtezaoğlu ile “Tebriz’den Toros’a” adlı bir projedeyiz. 2 yıldır konserlerini veriyorduk, şimdi sıra albümde. 20 Ekim’de ilk konseri olacak.
Doğduğum yer Toroslar’ın etekleri olduğu için Türkmen Abdal müziklerine yatkınlığım var. O yüzden projenin bu kısmını oluşturdum ben. Cavit Hoca da Tebriz’den getirdiklerini ve yeni bestelerini koydu ortaya. Tebriz’den Toroslar’a kadar çok çok geniş bir coğrafyada, çok eski zamanlarda söylenmiş sözlerden yola çıkarak bugün hakikati arayanlara ışık tutmaya çalışıyoruz, tabii müziğin aracılığıyla…
Değerli paylaşımları için Feryal Öney'e çok teşekkür ederiz.
Röportaj: Hanife Yaşar
Fotoğraf (röportaj esnasında): Melin Kahraman