Güncelleme Tarihi:
Büyük oğlum Deniz dört yaşına girdiği günlerde yeni huylar edinmişti. Evin hiçbir yerinde -kendi odası da dâhil- bir dakika bile yalnız kalmak istemiyordu. Eskiden karanlıktan korkmakla yetinen çocuk o zamanlarda gece-gündüz fark etmeden yalnız kalmaya tahammül edemiyordu.
Hayaletten korkuyordu. Canavardan, yarasadan korktuğunu söylüyordu. Geceleri sık uyanıyordu. Çok "anneci" olmuştu. Hatta babacı da... Sürekli birisi onunla oyun oynasın istiyordu. Kendi kendine oynamayı tamamen bırakmış, durmadan "Benimle oynar mısın?" diye soruyor, eğer ben de, babası da meşgulsek "Benimle kim oynayacak?!" diye isyan edip mızmızlanıyordu.
O dönemlerde 14 senelik köpeğimiz Paphia hastaydı. Onu kaybedeceğimizi biliyor ve Deniz'i de buna hazırlamaya çalışıyorduk. Paphia'nın öleceğini ona söylemiş, o konuda kitaplar okuyarak anlatmaya çalışmıştık ona.
Paphia'nın hastalığının ağır zamanları çok uzun sürmese de, ortaya çıkışından itibaren yoğun geçen bir bir ay yaşadık. İlk iki hafta boyunca her gün veterinere götürüp getirdik onu. Yapabileceğimiz bir şey kalmayınca da bekleyişe geçtik.
Karı-koca olarak bizim için çok zor bir süreçti bu. İlişkimizin başından beri hayatımızda olan köpeğimizi kaybediyor olmanın üzüntüsünün de ötesinde, maddi manevi bir yorgunluk boyutu vardı işin. Her gün veterinere taşınmak hem zor, hem de külfetli olmuştu. Evde Paphia'yla sürekli ilgilenmemiz, tuvalet ihtiyacını karşılamak için gün içinde fazladan birkaç kere aşağıya indirmemiz, yürüyemediği için kucağımızda taşımamız gerekiyordu, yoruluyorduk.
Bütün bunları, bir yandan da 8 aylık kardeşine hala alışmaya çalışan oğlumuzun da yaşadığını göremedik.
Derin'i kendi kendine uyutmaya alıştırdık derken, bu sefer Deniz'in giderek artan gece uyanmalarıyla uğraşmaya başladık. Gece boyunca biri uyuduğunda diğeri uyanır oldu. Biz de en çok iki saatte bir bir ona, bir ona koşar olduk. İster istemez yorgunluğumuzla birlikte sinir katsayımız da artmaya başladı.
Ve sonunda bir Pazar sabahı, henüz uykuya yeni dalabilmişken saat 5'i biraz geçe çocuklar birbiri ardına uyanınca bana geliverdiler. Sinirlerim boşaldı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
O an ne olduysa oldu. Deniz şaşkınlık içinde niye ağladığımı sorunca önce babası, sonra ben, sanki karşımızda dört yaşındaki oğlumuz değil de bir arkadaşımız varmış gibi konuşmaya başladık, belki de çaresizlikten. Son zamanlarda ne kadar yorulduğumuzu, Derin'in geceleri sık sık uyandığını, Deniz de uyanmaya başladığı için uykumuzu alamadığımızı, Paphia'yla uğraşıyor olmanın bizi hem yorduğunu hem üzdüğünü açıkladık. Deniz bizi dikkatle dinledi.
Sonra mikrofonu ona yönelttik. Son zamanlarda canını sıkan bir şey olup olmadığını sorduk.
Ve Deniz çözüldü. Uzun zamandır kendini de rahatsız eden, ama ne olduğunu bilemediği bir şeyin o an farkına varıyormuş gibi cevap verdi: "Siz hep Derin'le ya da Paphia'yla ilgileniyorsunuz. Benimle hiç ilgilenmiyorsunuz!"
Bunu söyledikten sonra, sanki bir yük kalkmış gibi oldu üzerinden. Yüz ifadesi değişti, rahatladı. Farkında bile değilmiş bunun onu rahatsız ettiğinin. Biz aklına sokunca anladı.
Oturup uzun uzun anlattık ona. Derin bebek olduğu, Paphia da yaşlı ve hasta olduğu için bakıma ihtiyaçları olduğunu açıkladık. "Abi olmanın" zorluğundan bahsedip kıskançlık duyabileceğini, bunun normal olduğunu, Derin'i kıskanmasının onu sevmediği anlamına gelmediğini söyledik. Biz konuştukça o rahatladı, gevşedi adeta.
O Pazar, her Pazardan daha huzurluydu bizim evimiz.
Anne-baba olarak çocuklarımıza sürekli bir şeyler anlatıyor, öğretiyoruz. Onlarla, daha doğrusu çoğu zaman ONLARA konuşuyoruz. Ama ONLARI konuşturmayı atlıyoruz bazen.
O Pazar sabahı anladım ki çocuklarımızla konuşmak kadar onları konuşturmak da önemli. Yüreklerinin içinde kopan fırtınaları anlatmaya yetmeyebiliyor minik dilleri. Öyle zamanlarda duygularını ifade edebilmek için yardıma ihtiyaçları olduğunun farkına varmak bizlere düşüyor. Bizim yol göstermemizle o duygular açığa çıktığında davranışlarına yansıyan hayal kırıklıkları biraz olsun tamir edilebiliyor. Sanki.
Blogcu anne: Elif Doğan