Güncelleme Tarihi:
Alkol ve madde kullanımı olduğunda ilişkide daha fazla şiddet olduğuna dair çalışmalar bulunmaktadır. Ancak bu çalışmaların hiç biri alkol ya da maddenin şiddetin nedeni olduğunu kanıtlayamamıştır. Şiddet uygulayanların alkol ve madde kullanımına eğilimi olduğu da söylenebilir. Pek çok kadın eşinin alkol ve madde bağımlılığı tedavisi ile şiddetin ortadan kalkacağını hayal eder. Belki bu eşlerin birazı için tedaviden sonra şiddete son vermeleri gerçekleşebilir. Ama bunu genelleyemeyiz. Madde, alkol ve şiddet arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır. Öncelikle şiddet uygulayan kişilerin bazıları madde veya alkol kullanırken bazıları kullanmaz. Şiddet gösterenlerin alkol ya da madde kullananları her zaman bu etki altında şiddet göstermez. Burada yoğun alkol ya da madde kullanımı nedeniyle zihin durumunda bir transformasyon ve saldırgana dönüşme halinden söz edeceksek de bu bir azınlık için geçerli olabilir. Alkol ve madde kullanımı şiddeti makul göstermek için bir bahane de olabilir.
Hepimiz yaptığımız davranışların bugün ya da geçmişte çevremizden kaynaklanan olayların neden olduğu gönüllü davranışlar olduğunu düşünürüz. Gönüllü bir davranış bir seçim sonucu olur. Farklı seçenekler olabilir birini seçer ve öyle davranırız. Bazı şiddet vakalarında örneğin geçici lob epilepsisi rahatsızlığının şiddetli davranışı tetiklediği görülmüştür. Ya da bazı vakalarda şiddetin başlangıcında bir dürtü kontrol sorunu ve kontrol edilememe olabilir. Ancak vakaların büyük çoğunluğunda şiddet gönüllü olarak seçilen bir davranıştır. Psikolog Dutton saldırı anında saldırganın “disasosiye olduğunu” yani saldırı sırasında bilinç düzeyini değiştirdiğini ve çoğunlukla saldırı anını hatırlamadığı belirtmiştir. Bu da yine çok az bir kitleye aittir. İlişki içi şiddet vakalarının çoğunluğunda erkek şiddet anlarını hatırlamakta ancak ya önemini küçümsemekte ya da sorumluluğunu almaktan kaçınmaktadırlar. Çoğunluğu şiddeti gösterdiğini inkar etmekte ve yalan söylemektedir. Sonuç olarak şiddet vakalarının çoğunda bunun seçilen bir davranış olduğunu ve kontrol sorunu olmadığını söyleyebiliriz.
Şiddet nadiren kendiliğinden biter. Gottman’ın yaptığı çalışmada erkeklerin şiddet gösterme sıklığının zamanla düştüğü ancak hiçbir zaman sonlanmadığı görülmüştür. Seyrek olarak bittiği durumlarda ise duygusal istismar özellikle tehdit etme, korkutma ve kontrol altına alma asla bitmez. Bu konu önemlidir. Çünkü pek çok araştırmacı yalnızca fiziksel şiddeti dikkate alır. Ancak bir kere bile fiziksel şiddet yaşandı ise arkasından gelecek her türlü duygusal şiddet söylemi (tehdit, hakaret, korkutma) fiziksel şiddetle aynı etkiyi sağlar. Eşini korkutarak ve sindirerek kontrol altına alır ve onun boyun eğmesini sağlar. Duygusal şiddet bize fiziksel şiddet orada olmamasına rağmen oradaymışçasına bir etki yarattığını gösterir. Çeşitli vakalarda suç işleme riskine girmeden yani karısına fiziksel zarar vermeden ama duygusal şiddet ile aynı etki sağlandığı görülür. Fiziksel şiddet kadar yaralayıcı ama onun kadar suç değildir?
Bu yanlış bilgi şiddet uygulayanların çoğu tarafından, toplumun pek çok kesiminde hatta bazı uzmanlar tarafından kabul gören bir bilgidir. Bu araştırmalarla belli açılardan ters düşer. Örneğin, erkek genellikle kadının ne söylediğinden ya da ne yaptığından bağımsız olarak şiddet uygulamaktadır. Patronuyla iş yerinde bir sıkıntı yaşayan adam da gelip eve karısını dövebilmektedir. Bazı vakalarda erkeklerin eşi böyle dediği için şiddet gösterdiğini söylediğini görürüz. Hatta böyle ilişkilerde kendilerini suçlayan ve sorumluluk almaya çalışan kadınlar da yaygındır. “Dayak yedim ama bende onu bayağı zorladım, daha iyi konuşmalıydım” gibi. Ne kadar dikkat ederlerse etsinler hiçbir zaman bu daha iyi konuşma becerisine ulaşamazlar. Çünkü şiddet kadının ne söylediğinden bağımsız bir şekilde oradadır. Provokasyon kelimesi ile ima edilen kadının kendi eliyle yaptığının sonucuna katlanmasıdır. Kadınlar kötü bir şey söylediğinde ve erkekler bundan tetiklendiğinde kendilerini istedikleri gibi savunabilirler; eşlerine durmalarını söyleyebilirler, ortamı terk edebilirler, bağırabilirler ama bunların hiç birini değil de şiddeti seçiyorlarsa bu kadından kaynaklı değil şiddeti gösteren erkeğin sorumluluğundadır.
Bu yanlış belki de doğru çünkü istatistikler normal ilişkilerin ilk 5 senede %50 sinin boşanma ile sonuçlandığını gösterirken, şiddet içeren evliliklerin yalnızca %38’i boşanma ile sonuçlanıyor. Bu kadınlar neden ayrılamıyorlar? Sebep sadece ekonomik mi yoksa şiddet görmekten hoşlanıyorlar mı? Hayır. İstismar olan bir evlilikten ya da ilişkiden kurtulmak sandığınız kadar kolay değildir. En büyük korkusu terk edilmek olan ve şiddet gösteren erkeklerden ayrılmak risklidir. Bu ilişkilerde ayrılmakla ayrılmış sayılmayabilirsiniz. Bir diğer neden çocukları varsa ve ekonomik olarak eşlerine bağlı iseler, kadınların pek çoğu ayrılmayı göze alamayabilir.
Diğer bir neden uzun bir süre fiziksel ve duygusal olarak kontrol altına alınmış ve sindirilmiş bir kadın yanlış bir inançla eşine ihtiyaç duyduğunu ve ondan kopamayacağını düşünebilir. Bir diğer nedeni pek çok istismar, şiddet, savaş mağduru gibi şiddet gören kadında travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor olabilir. Belirtileri, depresyon, kaygı, kabus görmek, dünyaya karşı duyarsız olmak vb. gibi olan bu rahatsızlık ile ilişkiden çıkıvermek kolay değildir. Bir diğer neden ise kadınların eşlerini sevmeleri ve eşlerinin günün birinde düzelecekleri hayali ile yaşamalarıdır. Onların eşleri de başkalarının eşleri gibi olacak.
Herkes bu sorunun yanıtını arıyor. Şüphesiz tek bir cevabı yok. Belki de cevabını hiçbir zaman bulamayacağız. Belki tarihi, politik ve sosyoekonomik dinamikler kadına yönelik şiddeti bu kadar yaygın kıldı. Yoksulluk, ataerkillik, kadın-erkek ilişkisi ne dersek diyelim yine de bütün erkekler şiddet göstermiyor ve şiddet olan ilişkilerde şiddet gösteren erkeğin ve bu durumun her şeyden bağımsız özellikleri var.
Psikolog Özge Altan Aytun