Güncelleme Tarihi:
Damar içinde meydana gelen sıvının dengesizleşmesi durumunda ataklarla sonuçlanan kaçış sendromu, ilk defa 1960 yılında Clarkson ve arkadaşları tarafından tanımlanmıştır. Bu yüzden Clarkson hastalığı olarak da bilinir. Yaşamı olumsuz etkileyen bir rahatsızlık olduğunu belirten İç Hastalıkları Uzmanı Nafiz Karagözoğlu, kaçış sendromu ile ilgili önemli bilgiler paylaştı.
Kaçış sendromu nedir?
Kaçış sendromu, tekrarlayan damar içi sıvısının azalması ile oluşan şok ataklar ortaya çıkan ve nadir görülen bir durumdur.
Kaçış sendromu belirtileri nelerdir?
Ataklar arasında hasta sağlıklıdır. Neye bağlı olduğu ve bedenin çalışmasının nasıl bozulduğu henüz tam olarak belli değildir. Kılcal damarların içinden dışarıya sıvı çıkış hız ve miktarında artış meydana gelir. Kılcal damarlarda ortaya çıkan bu değişiklikle damar dışına sıvı sızması artar.
Akciğer-kalp-karın zarı gibi bedenin iç boşluklarına ve kaslarının içine, damar içindeki sıvılar sızarak birikir. Damar içi kan basıncı-tansiyon azalınca şok tablosu gelişir. Damar içinden beden boşluklarına sıvı kaçışına neden olan ihtimaller olsa da esas neden bilinmemektedir.
Hasta şikayetleri günlük hayatta sık karşılaşılan şikayetlerdir. Hastalar sıklıkla bulantı, karın ağrısı, kusma, halsizlik, kas ağrıları, yorgunluk gibi belirgin tanımlayıcı özellik göstermeyen yakınmalar ile başvururlar. Klinikte en sık “septik şok" tablosuyla yani kana karışan mikrobik etkenlerin ortaya çıkardığı şok tablosu ile benzerlik gösterir ve karışır.
Ataklar sırasında; damar içi sıvısının ani ve çok miktarda azalması, kanda albumin düzeylerinin düşük olması, kanın koyulaşması-akıcılığının azalması, bazen de monoklonalgamopati denilen özel bir laboratuar bulgusu tespit edilebilir. Gözlenen hastalarda yaygın bir şekilde bağırsaklarda ödem, asit, akciğer ve kalp zarında ve hatta kaslarda sıvı birikip, yaşamı tehdit edici bir tablo oluşturabilir.
Kaçış sendromu hastalığı nasıl tedavi edilir?
Kaçış sendromundaki ani ve hızlı olarak gelişebilen tansiyon düşüklüğü yoğun tedavi ve takiple önlenemezse, birden fazla organın yetersiz çalışmasına neden olabilir. Bu da hasta için uzun tedavi dönemi hatta ölüm anlamına gelebilir.
Sıvı-elektrolit tedavisi ile kan basıncının normallerde tutulmaya çalışılır, böbrek, kalp ve beyin gibi hayati organların zarar görmesini engellenebilir. Tedavide kortizonlu ilaçlar da kullanılabilir.
Her hastanın tedavisi o an yapılmış olan tetkik ve bulgulara göre değişiklik gösterebilir.