Güncelleme Tarihi:
Anneliğin ne denli zor bir serüven olduğundan bahsetmeye gerek yok. Kimsenin buna itiraz edeceğini sanmıyorum. Özellikle de pandemi sürecinde, hep birlikte aynı çatı altında kalma süremiz uzadıkça, anneliğin yükü de artmış oldu. Ev içinde sıkışıp kalan, nefes alamayan hatta belki sözel, fiziksel, psikolojik şiddete maruz kalan anne, çocuğuna tahammül edemez oldu.
Yapılan araştırmalar salgın dönemlerinde kadına ve çocuğa karşı şiddetin arttığını göstermektedir. Evden işe giderek ya da eşinin işe gitmesiyle nefes alan kadın, evden çıkıp okula giderek sosyalleşebilen çocuk, işe giderek veya dışarı çıkarak rahatlayan baba, bunları yapamadığında huzursuz, gergin, mutsuz olmaya başladı. Pandeminin getirdiği, sağlığa ilişkin kaygılar, ekonomik zorlantılar, engellenmeler ve giderek artan belirsizlik durumu da kişilerin ruhsal halini ve ilişkilerini olumsuz etkiledi. Her negatif duygu mutlaka dışarı çıkacağı bir çatlak bulur ve davranışa yansır.
Annenin en büyük sınavı: İştahsız çocuk
Çocuğuyla kaliteli zaman geçirmek için elinden gelen her şeyi yapan anne, deşarj olamadıkça, gerginliği arttığı için çocuğuna tahammül edemez hale geldi. Eşinden şiddet gören kadın, maruz kaldığı öfkeyi çocuğuna daha çok yansıtmaya başladı. Gelişimsel dönemine uygun psiko-sosyal ihtiyacı (oyun oynamak, koşmak, arkadaşlık ilişkisi kurmak vb) karşılanmayan çocuk, mutsuz, agresif, huzursuz, kaygılı olup zorlayıcı davranışlar göstermeye başladı. Aynı çatı altında gerilim arttıkça, patlamalar da doğal olarak arttı.
Yapılan başka bir araştırmada pandemi döneminden en çok etkilenen kişilerin çocuk ve ergenler olduğu tespit edilmiştir. Çocuklarda yalnız kalamama, tiklerde artış, dikkat eksikliği, alt ıslatma ve yemek yemeyi reddetme gibi semptomların ortaya çıktığı bulunmuştur. Bu semptomlar kaygı kökenli olup, ilişkisel problemlere de vurgu yapmaktadır. Bağımsızlaşma, bireyselleşme her çocuğun en temel psikolojik ihtiyacıdır. Anne - baba ile sürekli iç içe olmak, annenin bakışından kontrolünden kurtulamamak çocukta agresyona sebep olmakta, bu agresyon bazen yıkıcı bazen de pasif şekilde ortaya çıkabilmektedir. Çocuk anneden uzaklaşabilmek için ona dair her şeye mesafe almaya çalışır. Onun söylediğini yapmaz, onun önerdiği kıyafeti giymez, anne söylediğinde dişlerini fırçalayıp duş almaz, annenin pişirdiği yemeği yemez! İstediği ve ihtiyacı olan şey anneye mesafe almaktır. Bu durum anne tarafından nasıl görünür? “Senin için yaptım yesene!” “Hasta olacaksın iyi beslenmen lazım!” “O kadar uğraşıyorum yapıyorum!” Giderek öfke artar. Anne reddedilmekten, dışarda bırakılmaktan, çaresizlik duygusundan hoşlanmaz. Agresif duygularca ele geçirilir ve şiddet (sözel / psikolojik / fiziksel) başlar.
Ne oluyor da anneler yemek yedirme konusunda bu kadar hassas, kaygılı ve hatta zorlayıcı oluyor?
Bebeğin dünyaya gelişiyle birlikte başlayan yetersiz anne olma kaygısı, “Emiyor mu? Karnı doydu mu? Sütün yeterince besleyici mi? Ahhh buna hiç yemek yedirmiyor musunuz?” gibi yakın - uzak çevreden gelen söylemler ile artmaya başlar. Anne, çocuğunu beslemek, karnını doyurmak, güzelce büyütmek zorundadır (çevre böyle diyen mesajlar iletir hep). Bazen eleştiriler yüzünden bazen de “aç kalırsa hasta olur” düşüncesi ile ya da en iyi anne olma hayali ile “organik yemekler” ile bebeğin, çocuğun, ergenin beslenme dünyasına müdahale edilir. Tecrübelerim istisnasız şunu gösteriyor; eğer bir anne çocuğunun beslenmesi konusunda çok hassas / kaygılı ise o çocuk yemek yeme konusunda oldukça isteksiz / iştahsız oluyor. Anne şunu diyor “Kaşıkla peşinden koşuyorum”, “Yedirmesem zorla, ölür açlıktan” , “Günlerce aç kalabiliyor”. Peki, işin aslı öyle mi acaba?
Bebeğin beslenme serüveni doğduğu andan itibaren başlar. Emme refleksi vardır. Ağzının kenarına değen her şeyi emmeye çalışır. Annenin memesine ya da biberona yapışır. Düşünmesine gerek yoktur, bedeni neye ihtiyaç duyduğunun farkındadır; hayatta kalmak için beslenmeye! Hayatta kalmak için gerekli olan bu süreç, zaman içerisinde stresle baş etme, haz alma ya da tepki gösterme biçimine dönüşebilir. Ebeveyn olarak nasıl davrandığınız, nasıl model olduğunuz şüphesiz büyük bir etkiye sahiptir.
Ebeveynler yemek yedirme konusunda nelere dikkat etmeli?
-Bebeğe / çocuğa zorla yemek yedirilmemesi gerekiyor. Kaşığı zorla çocuğun ağzına sokarak yemek yedirmek ruhsal bir tecavüzdür. Bu kavram çok korkutucu gelebilir; çocuğun bedenine, isteklerine, sınırlarına saygı duymamak, işgal etmek anlamdadır. Her ne kadar bebek /çocuk için iyi bir şey yaptığınızı düşünerek bu davranışı sergileseniz de çocuğunuzun benliğine ve ilişkinize ciddi zarar vermiş olursunuz.
-Hiçbir çocuk evde yemek varken açlıktan ölmez! Yani günlerce aç kalmaz, sadece sizin istediğiniz yemekleri yemeyi reddediyor olabilir. Sizin seçtiğiniz zamanı, yemeği ve miktarını kabul etmiyor olabilir. “Yemek saatinde istediğin yemekten, istediğin kadarını yiyebilirsin” dediğinizde hem ona sınır koymuş hem de özgür bırakmış olursunuz. Hangi yemeği pişireceğiz zaten sizin kontrolünüzde. Hangisini yiyeceği ve ne kadar yiyeceği ise onun tercihinde olmalı.
-Bebeklikten itibaren çocuklar acıktıklarını ifade ederler, bebek ağlayarak, çocuk “Acıktım, yemek yicem” diyerek bu ihtiyacını gidermek ister. Çünkü açlık huzursuzluk ve acı verir. Bu hissiyattan kurtulmak onlar için önemlidir. Anne olmak çocuğunun ihtiyaçlarını fark etmek ve gidermeyi gerektirir ama çocuğun bedenine hükmedemeyiz. “sen acıktın farkında değilsin” “ben onu bilirim o farkına varmaz acıktığının” gibi düşünce sistemleri çocuğu işgal etmeye giden bir ilişkinin işaretidir. Bunun yerine “Acıkmış olabilirsin istersen yemek hazır” deyip tercihi ona bırakmak oldukça önemli. Aksi halde, çocuğun kendi bedeni ile olan ilişkisi bozulur. İhtiyaçlarını fark edemez, dışsal olarak kontrol edilmeye ihtiyaç duyar.
-Son yıllarda çocukların teknolojik ürünlerle tanışma yaşı oldukça düşük, neredeyse 1 yaşından itibaren tablet, telefon, çocukların hayatına girmiş oluyor. Bunun en büyük nedenleri arasında yemek yedirme savaşı vardır. Yemek yemek istemeyen çocuğa hemen bir şey açılır. Çocuğa bir şey izletilirken, ağzına doluşturuluverir yemek. Çocuk bedenine ne olduğunun farkında değildir. Yemek yediğinin, ne yediğinin, bunun ona nasıl geldiğini fark edemez. Sadece yutar, çünkü orada yeni bir keşif vardır, merakla izliyordur. Bir süre sonra bu çözüm yöntemi, alışkanlık oluverir. Yemek bir ihtiyaçtan çıkıp, bir rüşvete dönüşür ve artık rüşvet yoksa beklenilen şey yapılmaz, verilen yemek yenmez.
Çocukları yemek saatinde masaya davet etmek önemlidir. Bu aileyi bir araya getiren yegane düzendir. Herkes masaya beraber oturur ve tercihen beraber kalkar. Yemekler servis edilir ama kimse kimseyi yemesi için zorlamaz. “ne kadar istersen o kadar yiyebilirsin”. Bu ideal sahnenin gerçek olması için bazı sınırların önceden çizilmiş olması gerekiyor elbet. örneğin, sürekli abur cubur yiyen çocuklar yemek ritüellerinden hoşlanmazlar ve ev yemekleri de cazip bulmazlar. Eve bu tarz fast foodların alımını mümkün olduğunca az tutmak ve aç karnına yenmemesine özen göstermek gerekir. Yine dikkat edilmesi gereken nokta; abur cubur ödül ya da ceza olarak kullanılamaz! “Yemeğini yersen çikolata yiyebilirsin” demek yerine “Aç karnına çikolata yersen karnın ağrıyabilir, sağlıklı değil, o yüzden bunu şimdi yemene izin veremem” demeniz daha doğru olacaktır.
Yemek yemek bir kabuldür. O besinin içeri girmesine izin verirsiniz. Annenin yemeğini yemek, anneyi ruhsal olarak kabul etmektir. Ne çocuk ne de yetişkin kimseler zorla içeri girilmesinden hoşlanmaz. Yemek konusunda ısrar etmek, cezalar, kısıtlamalar, ödüller vermek doğal olan beslenme sürecini ilişkisel bir çatışmaya çevirir.