Güncelleme Tarihi:
İnsan “öteki” varsa anlamlıdır. Öteki olmasaydı, yani “ilişki” olmasaydı insan varlığını sürdüremezdi. İnsanın ötekiyle ilişki kurma tarzları da kişiliklerinin ta kendisidir. Benim tabirimle söylemek gerekirse, insanların ilişki kurma tarzları adeta parmak izleri gibidir.
Bütüncül psikoterapi felsefesinde bütün hastalıklar aslında birer semptomdur. Aslolan ve çözümlenmesi gereken kişiliktir. Bu iki bilgiyi bir potada erittiğimizde şunu net olarak söyleyebiliriz. Depresyon, panik atak, fobi gibi isimler işin mutfağındaki bizlerin, kendi aramızda anlaşmak için farklı durumlara koyduğumuz isimlerdir. Bunların tümünün kökenlerinde ise, ötekiyle bozulmuş olan bir ilişki yatar.
Kısacası “depresyonum var” diyenin de, “panik atağım var” diyenin de, “uyku problemim var” diyenin de, “sınav kaygım var” diyenin de söyledikleri şeyi ortak bir cümle ile günlük dile uyarladığımızda bu kişiler “Ötekiyle ilişkilerim bozuldu. Lütfen bana yardım edin.” demektedirler.
Bu durumda karşımıza bir dizi yeni soru çıkmaktadır. İlişki nedir? Sağlıklı ilişki nedir? Herkesle sağlıklı ilişki kurulabilir mi? Herkesle sağlıklı ilişki kurmak gerekir mi? vs.
Psikolojide “öteki” diye anlatmaya çalıştığımız şey, bireyin sınırlarının dışındaki canlı ve cansız her şeydir. Bu; annemiz, babamız, kardeşimiz, sevgilimiz, patronumuz, terapistimiz olabileceği gibi; otomobilimiz, gömleğimiz, kalemimiz de olabilmektedir.
“Öteki ile olan ilişki” dediğimizde de kendisi dışındaki her şeyle kurduğu ilişkiyi anlıyoruz. Her birimizin öteki, ötekiyle, ötekinin, ötekinde, ötekinden, ötekine, ötekini kelimelerinden biriyle başlayan cümlelerden oluşan birtakım ilişki kurma kalıplarımız vardır ve bu bizim kişiliğimizin bir tezahürüdür. Örneğin; ötekinde kusur aramak, ötekiyle üstünlük yarışına girmek, ötekinin ruhunu tüketmek, ötekinden faydalanmak, ötekini yok saymak, öteki olmadan yapamamak, ötekiyle mesafeyi korumak gibi…
İlişki hayatımızda bu kadar önemli bir yer kapladığına göre, öncelikle sağlıklı ilişkinin ne olduğunu tanımlamak gerekir. Ama burada karşımıza başka bir paradoks çıkmaktadır. Sağlıklı ilişkinin kalıplarını belirlemeye çalışmanın kendisi çok sağlıklı bir durum değildir. Biz bunu tavla zarı, pamuk şekeri benzetmesiyle anlatmaya çalışalım.
Tavla zarının kenarları ve köşeleri çok nettir. Tavla zarı, içine bir şey kabul etmez. Bir toplu iğneyi, bir çekiçle tavla zarının içine çakmaya çalışırsanız tavla zarı dağılır. İşte bazı insanların ilişki kurma tarzları tavla zarı gibidir. Sıfır esneklik gösterir, farklı durumlara karşı sıfır tolerans gösterir, ısrar edildiğinde ise sınırlarını aşırı koruma eğiliminde olduğu için karşınızda dik duramaz ve dağılır. Bu çan eğrisinin patolojik uçlarından bir tanesidir.
Çan eğrisinin diğer ucunda ise pamuk şekeri vardır. Pamuk şekerinin hiçbir belirli şekli yoktur. Sınırı yoktur. İçine her şeyi kabul eder. Yani her şeyiyle tavla zarının tam tersidir. Bazı insanların ilişki kurma tarzı da pamuk şekeri gibidir. İlişkilerinde sınır yoktur. Her şeyi tereddütsüz alır ve kabul eder. Hal böyleyken, sağlıklı ilişkiye kalıplar biçmek bizi tavla zarına doğru götürür ki bu başlı başına bir açmazdır.
O halde kalıplara bulaşmamak adına şöyle bir kelime oyunu yapalım. Tavla zarı ve pamuk şekeri gibi olmayan ilişkiye sağlıklı ilişki denir. Kısacası; sağlıklı ilişki, optimal ilişkidir. Sağlıklı ilişkide taraflar, ötekinin sınırlarına saygı duyar ve kendi sınırlarını korurlar. Farklı durumlar için birbirlerine yakın oranlarda esneklik gösterirler.
Bireyin ilişkilerinin sağlıklılığının hayat kalitesine etkisi, bireyin ilişki kurduğu “öteki”nin hayatında ve iç dünyasında kapladığı yer kadardır. Minibüste yan yana oturduğumuz insanla o anda bir ilişki içindeyizdir. Ancak az sonra birimizden bir “inecek var” diyecek ve ilişki bitecektir. Bu ilişkinin sağlıklı ya da sağlıksız olmasının çok da önemi yoktur.
O halde buyurun “inecek var” demenin çok da kolay olmadığı ilişkiye yani hayatımızda minibüsteki adamdan fazla yer kaplayan eş ve evlilik ilişkisine biraz zoom yapalım. Sağlıklı bir evlilik ilişkisinde de tavla zarı ve pamuk şekeri metaforu geçerlidir. Taraflar birbirlerinin sınırlarına saygı duymalı ve birbirlerinin hassasiyetlerini gözetmelidirler. Biraz klişe olacak ama özveri, fedakarlık, anlayış, empati, güven bir evliliğin olmazsa olmazlarıdır.
Şimdi tüm bunları kapsayacağını düşündüğüm bir başka metaforla konuyu özetlemek istiyorum. Her insanı teknolojik bir küre gibi düşünelim. Bu kürenin en önemli özelliği istediği zaman kendinin yarısını kendi içinde kaybederek yarım küre haline gelebilmesi, gerektiğinde ise az önce kendi içinde kaybettiği yarısını çıkarıp tekrar tam bir küre haline gelebilmesidir. Evlilik ilişkisi tam olarak bu iki kürenin, istediklerinde göz göze gelip küçük bir işaretleşmeyle her birinin yarım küre haline gelip hızla birleşerek tek bir küre haline geldiği, ayrışmak gerektiğinde ise yine küçük bir işaretleşmeyle ayrışıp ayrı birer küre haline geldikleri ilişkidir. Taraflardan birisi kendi yarısını kendi içinde yok edip ötekiyle bir araya gelme yetisine sahip değilse bu ilişki yürümez. Çünkü ortaya çıkan yeni yapı küre değildir.
Taraflar, bu işlemi her yapmaları gerektiğinde yani her birleşmeleri ve ayrışmaları gerektiğinde bunun nasıl olacağıyla ilgili uzun istişareler yapıyorlar ve sonra da teknolojik altyapıları elvermediğinden bu işlemi her seferinde döküp saçarak yapıyorlarsa bu nispeten daha iyi bir ilişkidir ama kırılgan bir ilişkidir.
İdeal yapıda ise sistem o kadar otomatize olmuştur ki, karşılaşılan durum ne kadar karmaşık olursa olsun, ya da ne kadar yeni bir durum olursa olsun tarafların göz göze gelmesi yeterlidir. İşte bunu bütün sosyal durumlara ve bütün kültürel kodlara uyarlayabilirsiniz.
Evlilik terapisi dediğimiz şey ise, bu kürelere yeni bir yazılım yüklenerek bu otomatizmanın kazandırılması sürecidir. Çünkü bu otomatizma olmadan sürdürülen evlilik, sağlıklı bir evlilik değildir. Sağlıklı evlilik ise sağlıklı hayatın ön koşuludur.