Güncelleme Tarihi:
Oğlunuz Mert Ali koskocaman bir delikanlı oldu artık...
Evet, kocaman oldu. 7 Nisan 2004 doğumlu. Bir koç burcu erkeği.
Bu 8 sene nasıl geçti?
Valla göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Geçenlerde bir arkadaşımla da bunu konuşuyorduk. Hastane odasında ağladığım günleri dün gibi hatırlıyorum. Hem mutluluk hem de biraz hüzün gözyaşı vardı. Çünkü Mert Ali on gün kadar kuvözde kaldı. Erken doğum oldu. Yani o 8 yıl acısıyla, tatlısıyla nasıl geçti, ben bile anlayamadım. Gerçekten, dünyaya gelen büyüyormuş.
Peki, erken doğumun sıkıntıları neydi?
Benim doğumum bir anda gerçekleşti. Hafif ağrım oldu. Doktorum kontrole gittiğimde doğumun başladığını söyledi. Tabi ki bu erken doğumun belirli bir sebebi yok. Stres de sebep olabiliyor, annenin vücudu da. Bu bir şanstı ya da şanssızlık.
Kaç kilo doğdu?
Mert Ali, 3 kilo 130 gr doğdu. Biraz daha durmuş olsaydı, 4 ya da 4, 5 kilo kadar doğacaktı herhalde.
Kuvözde kalmasının nedeni neydi?
Ciğerleri tam olarak gelişmemişti.
Kuvözde kaldığı zamanlarda, süt olayını nasıl çözdünüz?
Zaten kuvöze alınmasının stresini yaşarken, bir de oğlumu görememenin üzüntüsünü yaşadım. Onu doğar doğmaz kucağıma alamadım. Doğumun üzerinden 3-5 saat geçtikten sonra gece yarısı bana getirdiler. O süreç, gerçekten hem çok üzüntülü hem çok heyecanlı bir bekleyiş içinde geçti. İlk kucağıma aldığımda, o kadar ufaktı ki… Emzirme sürecinde ve sonrasında çok yoruluyordu. Tabii ciğerlerde problem olduğu için onu çok da fazla yormamak adına hemşireler onu tekrar hemen kuvöze götürüyorlardı.
10 gün boyunca böyle mi oldu?
Pompa yardımıyla sütümü çektim ve böylelikle Mert Ali’ye bir beslenme sistemi geliştirdik. Eve çıktıktan sonra da tabi mümkün olduğunca ek gıdaya ve mamalara başvurmadım. Altı ay boyunca oğlumu emzirdim. Keşke daha uzun süre emzirebilseydim. Bu konuda bayağı mücadele ettim. Hatta diyetisyene gittim. Diyetisyenden, “Sütümü daha nasıl artırabilirim?” diye bir takım yollar öğrenmeye çalıştım. Artırabildiğim kadar artırdım ama sonrasında, Mert Ali’nin kilo almadığını gördüğümüz için biraz biraz ek gıdalara başladım.
Hamilelik ve doğum sonrası kilolarınızı nasıl verdiniz?
Açıkçası hamilelik sürecini biraz abarttım ve 20 kilo aldım. “Aman şunu yemeyeyim, kilo yapar” demedim. Canım ne istiyorsa, yedim. Bence o süreç, anne için çok özel bir süreç. Kendinizi kısıtlayıp bir kalıbın içine alacağınız bir dönem değil. Dokuz ay içinde çok muhteşem bir canlıyı dünyaya getireceksiniz. O yüzden kilo almışım-almamışım, bunları çık fazla dert etmemek gerek. Önemli olan, sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek.
Hamilelik kilomun 6 kg’ı doğum sırasında gitti. 14 kilo benimle baş başa kaldı. Bir sene kadar, böyle devam etti. Bir yandan süt veriyorum ve “Aman, sütüm kesilmesin” diye diyet yapamıyorum. Bu süre içinde diyetisyenim kontrolünde aç kalmadan ve süt yapıcı besinler yiyerek formda kalmam için bir takım taktikler de verdi. Böylelikle belirli bir dönem sütüm arttı. Daha çok baklagillerle beslendim. Onun haricinde, tabii ki yeşil sebzeler. Özellikle maydanoz, roka gibi sebzeler ya da doğal meyve suları içtim. Bunlarla beslenerek, sütümü bir dönem artırdım. Emzirmeyi bıraktıktan sonra spora başladım. Beslenme düzenimin oturması ve çalışma hayatı ile birlikte kalan kilolarımı da verdim.
“KEŞKE 3-4 TANE DAHA ÇOCUĞUM OLSAYDI”
Annelik nasıl gidiyor?
Annelik herhalde hayatımda vermiş olduğum en doğru karar. Şunun pişmanlığını yaşıyorum: “Keşke 3-4 tane daha çocuğum olsaydı” ve “Kalabalık bir ailem olsaydı.” Zaten Mert Ali’nin de böyle bir özlemi var. “Benim niye kardeşim yok? Okulda her arkadaşımın kardeşi var” diyor. Kısmet tabii ki. Keşke zamanında yapmış olsaydım.
Mert Ali şimdi neler yapıyor?
En zor yaş. İlkokul 2. sınıf. Gerçekten bütün dersleriyle birebir ben ilgileniyorum. Okuldan geldiğinde her gün bizim 1 saat ders yapma seremonimiz var. Önce onu hazırlama ve derse oturtma, sonrasında her şeyi beraber yapma. Ama zor bir süreç. Küçükken anlamıyorsunuz. Oturtuyordunuz bir yerde oyuncaklarıyla oynuyordu ya da parka götürüyordunuz oynuyordu. Ama büyüyünce sizden istek ve beklentileri artmaya başlıyor. Her gün yeni bir şeyle uyanıp, ağzınız açık bir vaziyette onu dinleyebiliyorsunuz. Hayatla ilgili soruları fazlalaştı.
Neler soruyor mesela?
Şu sıralar Adem ile Havva’yı sormaya başladı. Yani çok enteresan değil mi? “Adem ile Havva çocukları dünyaya getirmiş. Peki, insanoğlu nasıl çoğalmış? Kim kiminle evlenmiş?” gibi sorular soruyor. Böyle enteresan soruları var.
Peki, ne cevap verdiniz?
Şimdilik geçiştirdim. O soruyu yeniden soracağını biliyorum. “İstiyorsan öğretmenine sor” diyebilirim ya da rehber öğretmen ile paylaşıp nasıl bir açıklama yapmak gerektiği konusunda ortak bir cevap bulabiliriz.
“OĞLUM EŞİMLE NEDEN AYRILDIĞIMIZI SORMAYA BAŞLADI”
Çok ilginç bir soruymuş…
Daha bunun gibi bir sürü soru... Anneyle babanın ayrılığını bildiği için “Niye ayrıldınız?” diye soruyor. Her gün yeni bir soruyla uyanıyoruz. “Acaba bugün Mert Ali hangi soruyu soracak? Bugün ne öğrendi?” diye.
Babayla hem sizin hem de Mert Ali’nin ilişkisi nasıl? Yani sizin bir ilişkiniz olmalı ki, birlikte dünyaya getirdiğiniz çocuğu sağlıklı bir şekilde büyütesiniz.
Aslında, bu söylediğiniz çok doğru. Sağlıklı bir aile ortamı içerisinde büyüseydi keşke. Her şeyden önce bu, bir çocuğun yetişmesi için çok önemli. Ama bize, kısmet olmadı. Mert Ali maalesef çok küçükken bu ayrılık gerçekleşti. Bizi çok fazla bir arada görmediği için bunu benimseyerek büyüdü. Annenin evi burası, babanın evi orası. Babaya da gidiyorum, anneye de geliyorum. Tabii, ilk bebeklik döneminde Mert Ali çok sıkıntılı bir 2- 3 sene geçirdi. Anne ve babanın çatışmaları arasında biraz bocaladı.
Şimdi babasıyla arası nasıl?
Gayet iyi. Çok düşkün babasına. Zaten her hafta sonu mutlaka görüşüyor. Bizim bir diyaloğumuz olmasa da onların bir diyaloğunun olması çok daha önemli. Biz gerekli olmadıkça, çok fazla konuşmuyoruz. Mert Ali benimle de gayet iyi, babasıyla da gayet iyi gidiyor. Ayrıca arada çok güzel bir köprü kurmayı da beceriyor. Bunu da kendi kendine öğrendi. Hem babayı hem beni idare ediyor.
Böyle olunca, çocuk biraz daha hızlı büyüyor değil mi?
Evet, biraz daha fazla olgunlaşıyor. Mert Ali 8 yaşında ama bazen onunla konuştuğumda sanki 18 yaşında bir oğlum var ve onunla dertleşiyorum gibi hissediyorum. Çünkü olaylara yaklaşımı, verdiği fikirler, ben üzüntülüyken takındığı tavırlar enteresan, gerçekten olgun bir çocuk edasında.
Aşırı korumacı mısınız?
Eskiden öyleydim ama artık aştım bu huyumu. Yani bunun Mert Ali’ye biraz zarar verdiğini düşündüm. “Aman yapma, aman oğlum onu yeme, aman oğlum düşersin!” dedikçe, baktım ki hem ona, hem kendime zarar veriyorum. Kendimi biraz daha özgür ruhlu bir anne olmaya alıştırdım. Müdahale eden, onu çok boğan ve sıkan bir anne değilim açıkçası.
Evde patron kim?
Bazen Mert Ali “Bu evin erkeği benim!” diye patronluk taslamaya çalışıyor. Orada müdahale ediyorum tabii ki, öncelik benim. Ama onun da söz sahibi olduğu birçok konu var.
Bu evde demokrasi var o zaman.
Var tabii. Yani “Mert Ali çocuktur, onun fikri yok” diye bir şey yok. O da bir birey, bu evin bireyi... O yüzden, mesela bir karar alınırken Mert Ali’den de fikir alınır. “Nasıl olmasını isterisin? Böyle yapsak hoşuna gider mi?” derim. O da kendi fikrini söyleme özgürlüğüne sahiptir.
Yaşamınızda keyifsiz dönemleriniz oldu. Bunlar basında da yansıdı. Ahmet Hamoğlu ile nişanlandınız, arkasından ayrılık geldi. Bu ayrılıkta Mert Ali’nin de adı geçti. Sanki ondan dolayı böyle bir ayrılık oldu gibi? Aslı neydi bunun?
Birçok sebebi vardı ama tabii ki Mert Ali benim hayatımda her şeyden çok çok daha önemli. Onun onayladığı bir evlilik olması, onun da sevebileceği, anlaşabileceği bir insanla yaşam kurmak, benim için çok daha önemli. O yüzden bazı anlaşmazlıklar oldu. Nişanlıydık, yolun başında ayrıldık.
“SAYGI DUYDUĞUM BİR BERABERLİĞİM VAR”
Şu an hayatınızda biri var mı?
Saygı duyduğum bir beraberliğim var.
Bir ilişkide “olmazsa olmaz”ınız nedir? İlişkinizi ne ayakta tutar?
Güven. Yani tabii ki sevgi, aşk olmalı. Bunlar ilişkiyi besleyen şeyler ama yerini “güven” kapladığı zaman o ilişki sağlam temeller üzerine kuruluyor ve yıkılması çok zor oluyor. Artık kimse yıkamaz o ilişkiyi. Eğer karşılıklı iki kişi birbirine güveniyorsa, saygıyla beraber o güven varsa, sevgi ve aşk zaten besleniyor zaman içinde.
İlişkilerinizde güven hissetmediniz mi?
Ben, bu konuyla ilgili kendimle çalışmalar yapıyorum. Şu ara, kuantuma merak salmış durumdayım. Bir takım enerjilerin varlığına inanıyorum. Daha doğrusu insanın kendi enerjisinin varlığına inanıyorum. Enerjinizle her şeyi negatife ya da pozitife çevirebiliyorsunuz. O yüzden de “Bu güvensizlik duygusunu nasıl aşabilirim?” diye uzun süredir kendimle ilgili çalışmalar yapıyorum. Çünkü güven olmadan yaşamak çok zor.
Neden böyle hissettiniz?
Mutlaka bunun geçmişten kalan, travmatik bir sebebi vardır. Tabii çok fazla derine inemiyorum: ‘Küçüklüğümde ne yaşadım? Öyle mi oldu, böyle mi oldu?’ diyemiyorum ama hayatta yaşadığınız bir takım olumsuzluklar; evlenmeniz, ayrılmanız, nişanlanmanız, ayrılmanız, orada yaşadığınız bir takım travmatik şeyler… Bunlar hep, bilinçaltınıza işleniyor. Yaşınız ne kadar büyük olursa olsun, o anlar, mutlaka bilinçaltında yer ediniyor ve yaşadığınız travmalar yeni ilişkinizde de su yüzüne çıkabiliyor. “Bunları nasıl aşabilirim?” ile ilgili kitaplar okuyorum. Kendi kendime enerji çalışmaları yapıyorum. Pozitif düşünce gücümü artırmaya çalışıyorum. Bu arada taşların sırrına da inanıyorum. Enteresan şeylere merak sardım. Mesela kaya tuzu ve amatis taşını evimde bulunduruyorum. Kaya tuzu negatif enerjiyi alır. Amatis ise burcumun taşı. Yani, böyle hayatı negatiften pozitife doğru nasıl geçirebilirim, bunların peşindeyim.
Sorularımızı içtenlikle yanıtlayan Pınar Dilşeker'e teşekkür ediyoruz.
Röportaj: Funda Çamözü
Fotoğraf: Zeynep Mirza