Güncelleme Tarihi:
İnsanlığın ekonomik evrimi, özellikle de Sanayi Devrimi’nden sonra, dünyanın doğal kaynaklarını sömürme ile bir arada yol aldı. Kömür ve petrol gibi kaynaklar kullanılmasaydı, Batı ekonomilerinin bu oranda gelişimini, geçtiğimiz yıllarda serveti ve verimliliği hayal etmek zor olurdu.
Fakat fosil yakıt kullanımı ve iklim değişikliği arasındaki güçlü bağı ele aldığımızda, insan kaynaklı iklim değişikliğinin küresel hava sistemlerinin değişmesine ve 2005 yılında New Orleans’ı yerle bir eden Katrina gibi kasırgalara yol açtığını görebiliriz. Bununla birlikte küresel sıcaklıklar daha da artacak olursa, buzulların daha da eriyeceğini, deniz seviyelerinin yükseleceğini ve Londra ile New York gibi büyük şehirlerin sular altında kalacağı öngörülmektedir. Korkulan sonuçlardan bir diğeri ise Atlantik Okyanusu’ndaki sıcak su akıntısının sona ererek, özellikle Kuzey Avrupa’da ciddi iklim değişikliklerine yol açmasıdır.
Bu tip olasılıklar dünyanın gelecek refahı için korkunç sonuçlar doğurur. İşte bu yüzden uzun yıllardan beri süregelen bir ikilem söz konusu. Güncel fosil yakıt tüketimini azaltarak, daha az büyüme ve yakın zamanda daha çok yoksulluk pahasına gelecek nesilleri iklim değişikliklerinden korumalı mıyız? Yoksa yarınki nesillerin daha zengin ve bilimsel açıdan daha gelişmiş olacağını ve bu yüzden de iklim değişikliğiyle savaşacak yöntemler bulacağını umarak olduğu gibi devam mı etmeliyiz?
Bu ikilem üzerine İngiliz İktisatçı Sir Nicholas Stern’in 2007-2008 döneminde yayınladığı rapora göre, iklim değişikliğinin masrafı küresel gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 20’sine ulaşacaktır. Fakat sorunla şimdiden mücadele etmek küresel GSYH’nin sadece yüzde 1’ine mal olur. Yani; sera gazı emisyonlarının azaltımı için yeni teknolojiler geliştirmek ve geliştirilen teknolojileri kullanmakla birlikte, insan davranışı odaklı sorumlu bir tüketim bilinciyle hareket etmek fosil yakıt tüketiminin hem azalmasına hem de ekonomik büyümede uzun vadeli stabiliteyi sağlayarak yoksulluğunda sona ermesine neden olur. Karbon salımını azaltma işi prensipte basit, pratikte ise zor bir iştir. Bunun için ya dünya daha az fosil yakıt kullanmalı, ya da fosil yakıt yakıldığında karbon salımını önlemenin bir yolu bulunmalıdır. Kömür ve petrol, enerjiden kaynaklanan karbon salımının global ölçekte yüzde 70 ila 80’ini oluşturur. Doğalgazın payı ise bunun beşte biri kadardır. Yakıta harcanan her 1.000 $ başı salınan karbon miktarı aşağıdaki şekilde tahmin edilmektedir:
• Petrol, 1.000 $ değerindeki yakıtta yüzde 0,9 ton karbon salar.
• Doğalgaz, 1.000 $ değerindeki yakıtta 2 ton karbon salar.
• Kömür, 1.000 $ değerindeki yakıtta 11 ton karbon salar. Kömür, dolar başı doğalgazdan altı kat, petrolden on iki kat daha fazla karbon salımına neden olur.
Kömür verdiği enerjiye göre çok ucuz bir yakıt olsa da, dolar başı çok yüksek karbon salımı yaratmak gibi büyük bir dezavantaja sahiptir. Hane yaşamı açısından karbon salımları ise kısmen soyut bir konudur. Örnek olarak bilinçsiz tüketim alışkanlığının yoğun olarak yaşandığı Amerika’da bir aileyi ele alalım. Hane başına düşen salım miktarını hesaplamak için ABD’nin ulusal salım rakamını ülkede bulunan ortalama 115 milyon haneye bölebiliriz. Otomobil kullanımı en büyük karın salım kaynağıdır ve yılda hane başı yaklaşık 8 ton salım yaratır. Isıtma ve soğutma da çok önemli iki faktördür. Ortalama bir rakam olarak da hane başı yıllık toplam 20 tonluk bir karbon salımı gerçekleşir.
Karbon salımı hane yaşamının her alanında mevcuttur, çünkü kullanılan tüm mal ve hizmetlerin üretiminde doğrudan ve dolaylı olarak fosil yakıtlar söz konusudur. Mutfak masanızı üretmek için kullanılan çeliğin üretilmesinde kullanılan kömürden, hastanenin acil servisini ısıtmak için kullanılan doğalgazdan, fırından aldığınız ekmekte kullanılan buğdayı yetiştirmek için sürülen traktörü çalıştırmak için kullanılan dizel yakıttan karbon salınır.
Ancak, tüm faaliyetler aynı derecede yoğun karbon salmaz. Kömür kaynaklı elektrik üretimi birçok ülkenin en büyük karbon salımı kaynağıdır ve bu yüzden de bu enerjiyi kullanan faaliyetler karbon-yoğundur. Karbon-yoğun diğer faaliyetler arasında çimento, demir ve çelik üretimi sayılabilir. Karbon haricinde bir de iklimi etkileyen sera gazları vardır. ‘’Enterik fermantasyon’’ olarak adlandırılan ve bazı hayvanların bağırsaklarından salınan metan gazı bunun bir örneğidir. Sonuç o ki, masum görünümlü bir bardak süt bile gelecekteki iklim üzerinde etkilidir. Peki hangi sektörler hemen hemen hiç karbon salımı yaratmaz diye düşünecek olursak; çıktı değeri başı en düşük salım hizmet sektöründedir.
Örnek verecek olursak da sağlık, mimarlık, muhasebe, sigorta, finans ve yasal hizmetler, ekonomi genelinin yaklaşık beşte biri kadar çıktı birimi başı salım yaratır. Tüm bu bilgiler ışında ise ekonomi, işler yolunda gitmediğinde fark ettiğimiz bir şey olarak karşımıza çıkmaktadır. İktisat bilimine ancak ekonomi krize girdiğinde, binlerce insan işinden olduğunda, fiyatlar hızla tırmandığında veya düştüğünde kulak kesiliriz. Böyle durumlarda, özellikle de yüzleşmemiz gereken zorlukların altını çizip, her istediğimize sahip olamayacağımız gerçeğini ortaya döktüğünde, ekonomi, gerçekten de kasvetli gözükür ve şunu ortaya koyar: İnsanlık doğuştan kusurludur.
Yazı: Sürdürebilirlik Uzmanı/ Çevre Mühendisi Serkan Soyuer