Güncelleme Tarihi:
Günümüzde prostat kanseri, gelişmiş ülkelerde en sık tanı konan kanser olup, kansere bağlı ölümlerde 3. sırada yer alıyor. Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de de prostat kanseri görülme sıklığı artıyor. Bu artışın önemli sebeplerinden biri de Prostat Spesifik Antijen (PSA) adı verilen kan testinin ve sürekli gelişen ultrason eşliğinde biyopsi ile tomografi gibi prostat kanseri tanı araçlarının günlük pratikte yaygın bir şekilde kullanılması. Böylece prostat kanserinin erken evrelerde saptanabilmesi ve tedavi edilebilmesi mümkün oluyor. Üroloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Cenk Acar, teknolojinin yardımıyla gelişen tanı ve tedavi seçenekleri sayesinde prostat kanserine bağlı ölüm oranlarının azaldığına dikkat çekerek, “Bu nedenle risk faktörü olmayan erkeklerin 45, risk faktörü olanların ise 40 yaşından itibaren her yıl üroloji hekimine başvurarak PSA ve prostat muayenesi yaptırmaları öneriliyor” diyor.
Üroloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Cenk Acar prostat kanserinin genel olarak yavaş seyirli bir hastalık olduğunu, ancak hızlı ilerleyen tiplerinin de bulunduğunu belirterek şunları söylüyor: “Tedavi edilmezse ölümle sonuçlanan hasta gruplarının saptanması ancak erken tanı ile mümkün oluyor. Tanı için ilk yapılması gerekenler idrar tahlili, PSA ve prostat muayenesidir. PSA testi hastalığa değil prostata özgü bir belirteç olduğu için prostat kanserinin yanısıra prostatın enfeksiyonlarında ve iyi huylu büyümelerinde yükselebilmektedir. Ayrıca, yaşa göre ve prostat boyutuna göre normal değerleri değişmektedir. Bu nedenle, PSA testinin tek başına yorumlanması yeterli olmuyor. Prostat muayenesi ve gerekirse makattan yapılan ultrason tanıda önemli bilgiler veriyor. Bu tetkikler sonucunda şüpheli bir durum söz konusu ise mutlaka prostattan doku örneklemesi (biyopsi) yapılması gerekiyor.”
Üroloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Cenk Acar, prostat kanseri için bilinen en önemli risk faktörlerinin ileri yaş, aile hikayesi ve etnik köken olduğuna dikkat çekerek şu bilgileri veriyor: “Prostat kanseri sıklıkla 55 ile 70 yaşları arasında görülüyor. Ancak, 40’lı yaşlarda saptanan hastaların sayısı da hayli fazla. Birinci derece akrabasında (baba ve kardeşlerden biri) prostat kanseri saptanan kişilerde prostat kanseri olma riski normal bireylere göre 2 kat fazla oluyor. İki veya daha fazla birinci derece akrabasında prostat kanseri olan biri için bu oran 5 ila 11 kata kadar çıkıyor. Bu nedenle ailesinde prostat kanseri olanların daha yakın takipleri gerekebiliyor. Sigara kullanımı, hayvansal yağların aşırı tüketimi, ve obezite diğer bilinen risk faktörlerini oluşturuyor.
Prostat kanseri genellikle hastalığın erken dönemlerinde herhangi bir şikayete yol açmıyor. Ancak, bu dönemdeki hastalarda belirtiler iyi huylu prostat hastalığına çok benziyor. Bunlar:
Hastalar kanserin yaygınlığına ve doku incelemesindeki agresifliğine göre tedavi ediliyor. Prostat kanserinde cerrahi ancak prostat dokusuna sınırlı olduğu durumlarda yapılıyor. Kanserin lenf bezlerine veya diğer organlarımıza yayıldığı durumlarda ilaç tedavileri ve kemoterapi uygulanabiliyor.
Üroloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Cenk Acar, prostata sınırlı kanserde birçok tedavi seçeneği bulunmakla birlikte, prostatın cerrahi olarak çıkarılmasının (radikal prostatektomi) altın standart tedavi yöntemi olarak kabul edildiğini belirterek şunları söylüyor: “Bu yöntem son 10 yıldaki teknolojik gelişmeler sayesinde laparoskopik ve robot yardımlı olarak da uygulanabiliyor. Yapılan çalışmalar, tecrübeli cerrahların elinde robotun açık cerrahiye benzer kanser kontrolü sağladığını gösteriyor” diyor.
Üroloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Cenk Acar her üç radikal prostatektomi yöntemiyle (açık, laparoskopik ve robot yardımlı) de, uygun hastalarda sertleşmeyi kontrol eden sinirlerin korunmasının ameliyat sonrası cinsel fonksiyonlara ve idrar tutmaya katkıda bulunduğuna dikkat çekiyor. Yrd. Doç. Dr. Cenk Acar bu açılardan bakıldığında robot yardımlı ameliyatın açık ve laparoskopik ameliyatlara göre bir miktar daha iyi sonuçlar verdiğini belirterek: “Ayrıca, erken işe dönme ve kozmetik avantajları da bulunuyor. Ancak, hastaya başarılı bir tedavinin verilebilmesi için teknolojinin değil tecrübenin önemli olduğu akılda tutulmalı ve cerrah hangi yöntemde başarılı ise o yöntem tercih edilmeli” diyor.