Güncelleme Tarihi:
Anne Baba Koçu Ayşegül Cebenoyan, ebeveynlik tutumlarının üç boyutta incelendiğini söylüyor:
“Ebeveynin çocuğu ne kadar kabul ettiği ve ilgi gösterdiği, çocuğa ne kadar psikolojik özerklik verdiği (birey olarak kabul edip etmediği) ve davranışlarını ne kadar kontrol ettiği ve denetlediği.”
Bu üç boyutta yapılan değerlendirmelere göre ebeveynlik tutumları da üç ana kategoriye ayrılıyor:
Otoriter ebeveynler, çocuğu olduğu gibi kabul etmiyor, fazla ilgi göstermiyor, ona psikolojik özerklik vermiyor ve davranışlarını sıkı bir şekilde denetliyor.
Müsamahakar ebeveynler ise, çocuğu olduğu gibi kabul ediyor, ona ilgi gösteriyor, psikolojik özerklik veriyor ama kontrol etmiyor, denetlemiyor. Çocuktan beklentileri de düşük.
Otoritatif ebeveynler ise bir yandan çocuğu olduğu gibi kabul edip psikolojik özerklik verirken diğer yandan davranışlarını denetliyor. Cebenoyan, bu tipteki ebeveynlerin çocuktan birtakım standartlara uygun davranmasını beklediğini anlatarak şunları söylüyor:
“Batı’da yapılan araştırmalarda, otoritatif ebeveynlerin çocuklarının akademik başarılarının, diğer gruplardaki ebeveynlerin çocuklarından daha yüksek olduğu bulunmuş. Başarılı çocuklar, anne-babalarının kendilerine yüksek standartlar belirleyip, kenara çekildiklerini söylemiş. Muhtemelen çocukların, anne-babalarının davranışlarını kenara çekilme olarak algılamalarının nedeni bu ebeveynlerin çocuklarına psikolojik özerklik veriyor olmaları.
Anne-babalar, çocuğunun davranışlarını izler ve denetlerken bir yandan da onu birey olarak kabul edip, düşüncelerine ve tercihlerine saygı gösterirlerse çocuk bu denetimi hayatına bir müdahale olarak değil, ilgi olarak algılar ve anne-babasının ‘standartlar koyup, kenara çekildiğini’ düşünür.”
Bu değerlendirmenin ardından anne-babalara yönelik tavsiyelere sıra geliyor. Çocukların kendi hayatları üzerinde bir miktar kontrol sahibi olmalarına izin verilmesini öneren Cebenoyan, “Bir yandan da sorumluluk vermeli. İkisini birlikte götürmek lazım. Eğitim sistemi çocukları köreltebiliyor. Ama bütün çocukların özellikle küçükken başarılı olma isteği olduğunu düşünüyorum. Çocuklar iyi ve başarılı olmak ister. Eğer ilk yıllarda o başarılı olma duygusunu kaybeder, başarısızlığı giyinirse o duyguyu düzeltmek zor oluyor” diyor. Bunun için çocuğun başarılı olduğu alanın bulunması gerektiğini vurgulayan Cebenoyan, şunları söylüyor:
“Kendini iyi hissedeceği bu alanı kaldıraç olarak kullanıp diğer alanlara da destek vermek gerektiğini düşünüyorum. Okula başlarken birlikte heyecan, coşku duyulması önemli. Çocuğun ‘sınıfın tembeli’ etiketini kabul etmemesi lazım. Çünkü bu etiketle uzlaştığı zaman ilgi çekmek için yaramazlık, komiklik yapmayı tercih edebiliyor.”
Çocuğun ödevlerinin anne-baba tarafından kontrol edilmesinin uygun olmadığının altını çizen Cebenoyan, “Ödevlerin okul tarafından kontrol edilmesi sağlanmalı. Çünkü okul çocuğun kendi alanı. Ödev konusu kimi zaman ebeveyn ve çocuk ilişkisine gereksiz bir sürtüşme ve yük bindiriyor. Ayrıca biz bazı şeyleri bilemeyebiliriz ya da yanlış yönlendirebiliriz. Ödeve velinin doğrudan müdahalesinin çocuğa verdiği mesaj ise, ‘Çocuğum benim desteğim olmadan sen bunu yapamazsın, beceremezsin’, ‘Bu benim için bir şey, beni mutlu etmek için yapıyorsun!’ oluyor” uyarısında bulunuyor.
Çocuğu mutlu edecek, başarma duygusunu tattıracak alanın bulunmasında onu iyi tanımanın önemi büyük elbette. Bunun için de bir heykeltıraş gibi çocuğu anne-babanın kafasındaki kalıba göre yontmak yerine bahçıvan gibi olmak gerekiyor. Yani her çiçeğin ihtiyacı olan ısı-ışık-su miktarının türüne göre değiştiği bilgisini çocuk büyütürken de hep akılda tutmalı. “Siz anne-baba olarak çocuğun gelişimine uygun ortamı oluşturmaya çalışırsınız. Ona ‘Şu alanda niye iyi değilsin?’ diye hesap sormazsınız, kendi doğasının gelişmesine fırsat verirsiniz ve beslersiniz” diyen Cebenoyan, ödev konusunda uygulaması son derece kolay önerilerde bulunuyor.
Okula yeni başlayan çocuğun ödevlerini yaparken yanında bir büyüğün bulunabileceğini söyleyen Cebenoyan, eve gelir gelmez masa başına geçilmesini doğru bulmuyor. Ona göre, “Çocuk okuldan gelsin, dinlensin, sonra ödevini yapsın. Ardından da sevdiği bir şeyi yapabilir. Ama bunu ‘Ödevini yaparsan, istediğin çizgi filmi seyredebilirsin’ demek yerine ‘Ödevini yapınca televizyon izleyebilirsin’ diye anlatmak gerekli. Ödevi ne zaman yapacağına dair planlamada çocuğun da söz hakkı olması önemli.”
Ödev sürelerine gelince; Cebenoyan, ilk yıl 20 dakika ve artan her sınıf için 10’ar dakikalık eklemelerin yeterli olduğunu söylüyor. Burada da ‘kilit’ öneme sahip bir durum var:
“Çocuğa ödevini yapması gereken süreyi belirtin. Bu 20 dakikayı her gün aynı yerde, aynı saatte ayırın. Bazı çocuklar bir türlü başlayamıyor. Eğer çocuğunuz süresi dolduğu halde ödevini bitiremediyse de kalksın masadan. Verilen sürede ödevini yapmamanın bedelini görmesi önemli. Diyelim ki çabucak bitsin diye hızlı hızlı yaptı ve ödevini bitirmesi 20 dakika sürmedi. O zaman da dersle ilgili ek uğraşlar verin ve 20 dakika dolsun. Yani o süre kesinlikle çalışmaya ayrılsın.”
Okul ve aile arasındaki en dengeli ilişki modelinin bir reçetesi yok. Çünkü burada hem okulun yapısı hem de ebeveynlerin beklentileri devreye giriyor. Cebenoyan son olarak, “Okula ve çocuğa karşı karşıya değil, yan yana olduğumuzu gösterebilmemiz önemli. Çocuğumuza da, okula da birtakım beklentilerimizin, standartlarımızın olduğu mesajını da vermek gerekiyor. ‘Sen ne yaparsan yap, kabulüm’ demek doğru değil. Ayrıca çocuğun okulda yaşadığı en ufak bir sorunla ilgili hemen müdahale etmek de doğru değil. Problem çözme becerisini geliştirebilmeli” önerisinde bulunuyor.