Güncelleme Tarihi:
Geniş Aile dizisindeki Ulvi karakteri ile izleyiciyi kendine hayran bırakan Bülent Çolak, dizinin sezon finalindeki çekimlerinde kariyeri ve aile hayatı ile ilgili çok özel bilgiler paylaştı bizimle. Oyunculuğunun yanı sıra fotoğraf çekmeye de meraklı olan Çolak, röportaj öncesi fotoğraflarımızı çeken Melin Kahraman ile bu konu üzerine sohbete daldı. Hoş sohbetinden her şekilde faydalanma şansı yakaladığımız Bülent Çolak’a oyunculuk macerasını ve nasıl bir baba olduğunu sorduk.
Oyunculuğa başlama hikayenizi anlatabilir misiniz?
Çocukken, her çocuk gibi ben de çok hayal kurardım ama oyunculuk aklımın ucundan geçmezdi. Taklitler yapardım ve babam bunları görünce "Oğlum seni oyuncu yapacağım" derdi. Ben pek ciddiye almazdım tabii bunu. Sonra oyuncu olmayı kafama koyunca bu sefer o ciddi bir şekilde "Hayır, olmaz!" dedi. Bu da benim için sağlam bir kırbaç oldu.
Birçok kez konservatuar sınavlarına girdim ama bir şekilde olmadı. Yılmadım ve devam ettim. Kartal Sanat Tiyatrosu'nda oyunculuğa başladım. Ardından Şehir ve Devlet Tiyatroları’nda çalıştım. 2002'den bu yana da Semaver Kumpanya'da oyunculuk yapıyorum. Bir yandan da "Janti" adında bir tiyatro grubu kurduk. Orada da görev alıyorum. Geniş Aile ile birlikte daha fazla kitle tarafından tanınmaya başladım.
Tiyatro grubunuz "Janti", şu anda nerede faaliyet gösteriyor?
Grubumuzla şu anda bir oyun çalışıyoruz. Alberto Moravia'nın "Ben ve O" isimli romanını oyunlaştırdık. Çok sıkı bir oyun. Sonbaharda çıkarmayı düşünüyoruz. Ses getireceğini umuyorum. Ekipte benim dışımda Feride Çetin ve birçok oyuncu var. Yönetmenimiz ve oyunu senaryolaştıran kişi ise Ali Savaşçı.
Semaver Kumpanya'da, "Memo'nun Önlenemez Yükselişi" adında bir kukla oyunumuz var. Memleketimizde, çocuklara tüketim toplumunu anlatan ilk oyundur. Oyunumuzu çocukların beğendiği kadar yetişkinler de beğeniyor ve izlemekten zevk alıyorlar. Kukla Dünyası çok güzel bir dünya, ömrümün sonuna kadar da kukla oynatmak isterim.
“Bir süre eşimin ismine alışamadım”
Çocuklarla aranız nasıl?
Çok iyidir. Daha önce 3 sene kadar drama öğretmenliği de yaptım bu yüzden hayatımın bir dönemi okullarda çocuklarla birlikte geçti.
Biraz da aile yaşantınızdan bahsedecek olursak...
3 yaşında Okyanus adında bir oğlum var. Eşim senaryo yazarı. Beraber kafa kafaya verip senaryo üzerine konuşmuşluğumuz çoktur. İsmi, Sefa Öztürk Çolak. Aslında Sefa bir erkek adı. Babası hep erkek olacak diye tasarlamış ama kız olunca dönüş yok bu isimden düşüncesiyle yine de kendisine Sefa adını koymuş. Bir süre karımın adına alışamadım. Oğlum "S" harfini söyleyemiyor, "Yefa" diyor. Ben de bazen öyle hitap ediyorum. Güzel ürünler vermek için birbirimizi yiyip duruyoruz zaman zaman ama iş için didişmek iyidir diye düşünüyorum.
“Ulvi olma, baba ol!”
Oğlunuzun diziyi izlerken tepkileri nasıl?
Ulvi karakterinin salaklığına bazen tahammül edemiyor. Kimi zaman evden çıkarken kapının önünde duruyor ve "Baba, gitme! Ulvi olma, baba ol!" diye yalvarıyor bana. Ben de üzülüyorum ve öpüyorum yanaklarından. Bazen onu sete getiriyorum. Yönetmenimiz Ömer Uğur'un koltuğuna oturuyor ve beni izliyor. Ulvi kostümünü giydikten ve saçım değiştikten sonra bir bakıyor ki, baba değişmiş. Bu ayrımı yavaş yavaş kavramaya başladı artık. Ulvi karakterinden keyif alıyor ve taklidini yapıyor. Aynı zamanda Mürsel karakterinin de taklidini çok iyi yapıyor. Onun tabiatında var espri anlayışı ve bu benim çok hoşuma gidiyor.
Annesiyle bana ilk bakıldığında ebeveyn gibi durmuyoruz. İnsanlar "Çok genç görünüyorsunuz" diyorlar. Sanki oğlumuz kuzenimizmiş gibi algılanıyor. Arada bir görüşürsün ve çok eğlenirsin ya, biz de tam öyleyiz, çete gibiyiz :) Birbirimize takılırız, boğuşuruz.
[fotogaleri=59]
Oğlunuza siz mi daha çok vakit ayırıyorsunuz yoksa annesi mi?
Annesinin daha çok ilgilenme imkanı oluyor ama birbirimize çok vakit ayırmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda dadımız Raziye Abla da var. Çok güzel Adana yemekleri yapıyor. Oğlum eve geldiği zaman ona sarıldığımda harika yemek kokuyor. "Yine Okyanus'u yemeklere boğmuş" diyorum. Raziye Abla, Okyanus'a tıpkı bir kutsal emanetmiş gibi bakıyor sağ olsun. Bu yüzden bakıcı tabiriyle ona hitap etmek nahoş kaçıyor benim açımdan.
“İleride oğlum için ‘Okyanus’un Söyledikleri’ adlı bir kitap çıkarmayı düşünüyorum”
Okyanus ile birlikte ne yapmaktan hoşlanırsınız?
Okyanus, her şeyden önce adının imajını taşıyor. Deniz, kayık ve gemi delisi. Birlikte balık tutmaktan çok hoşlanıyoruz ama tuttuktan sonra tekrar denize bırakıyoruz. En çok Emirgan Korusu'na gideriz, oradaki sincaplara fındık atarız. Hatta oradaki bir anımızı anlatayım size…
Emirgan Korusu'na son gittiğimizde tepemizden aşağı yavru bir kuş düştü. Park çok kalabalıktı ve çocuklar kuşu ezebilirlerdi. Okyanus, hemen kuşu avucuna aldı. İki saatimiz o yavru kuşla geçti ve avucunda ölecek diye çok korktum, bunu ona belli etmemeye çalıştım. Birlikte yuva aramaya başladık ama ağaçlar o kadar yüksek ki... O sırada bir helikopter geçti ve dedi ki; "Baba, helikoptere binip kuşu yuvaya koyabiliriz." Bunu o kadar inanarak ve doğal bir biçimde söyledi ki şaşırdım ve öylece kalakaldım. Halbuki onun için bu olabilir bir şeydi. Daha sonra yavru kuşu avucuma aldım ve güzel bir şekilde açıkladım. Bir ağacın dibine taze otlardan yuva yaptık ve kuşu oraya koyduk. Onu gagasından öptü ve "Seni çok seviyorum yavru kuş" dedi.
Okyanus için öğretmenleriyle beraber günlük tutuyoruz ve bu anısını da günlüğüne yazdım. Hatta ben, ilerde "Okyanus'un Söyledikleri" adı altında küçük bir kitap çıkarmayı da düşünüyorum.
Uzmanlarımızdan aldığımız bilgilere göre bu tür şeyler çocukların ileride öz güven kazanmasını sağlıyormuş.
Aileler çok müdahale ettikleri zaman öz güven kayboluyor. Gençlik döneminden sonra kendinizi buluyor ve ruhunuzu yeniden inşa ediyorsunuz. Ben bunu oğluma yaşatmak istemiyorum. O yüzden de hayatına müdahale etmek istemiyorum. "Aman yapma, etme!" dediğin zaman olmuyor, yürümüyor.
Örneğin; birlikte Emirgan'da at kestanesi topluyoruz. Eline batacak diye hemen elinden almıyorum ve bilerek onu izliyorum. Eline batıyor ve elinden atıyor. Bu durumu kendi görüyor, yaşıyor ve bir daha da eline almıyor. Müdahale etmen gereken yerler de var tabii. Cam kırıkları varsa eğer elinle iteceksin onları. Hatta birlikte ona tehlikeli olduğunu açıklayarak da itebilirsiniz. Önemli olan çocuğun tüm bunları deneyimle öğrenmesi diye düşünüyorum.
Okanyus'u görmedik ama görmüş kadar olduk doğrusu. Dinlerken yüzümüzü güldüren sevimli ve samimi hikayeleri için Bülent Çolak'a ve ona bu muhteşem duyguları yaşatan oğlu Oknayus'a çok teşekkür ederiz.
Röportaj: Hanife Yaşar
Fotoğraf: Melin Kahraman