Güncelleme Tarihi:
Diyabetin, insülin eksikliği ya da insülinin etkisindeki kusur nedeniyle organizmanın karbonhidrat, yağ ve proteinlerden yeterince yararlanamadığı, kronik süreçli olan en sık metabolizma bozukluğu olduğunu belirten Dr. Garip, “Düzenli olarak tıbbi bakım ve tedavi gerektiren bir bozukluktur. Hastalığın, akut ve uzun dönem kronik (göz, böbrek, nöral, kalpve damar) komplikasyon riskini azaltmak için hastaların sürekli eğitimi ve takipleri gerekir” dedi.
Belirtileri ciddiye alın
Diyabetin birden çok belirtisi olabileceğine değinen Dr. Garip, şöyle devam etti: "Sıklıkla çok su içme, sık idrara çıkma, çok yemek yeme veya iştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, ağız kuruluğu ve gece idrara çıkma olup daha nadir olanları bulanık görme, açıklanamayan kilo kaybı, inatçı enfeksiyonlar, tekrarlayan mantar enfeksiyonları ve kaşıntı belirtiler arasında olabilir. Ancak akılda tutulması gereken bir önemli noktada diyabet hastalığı gelişmiş olmasına karşın hiçbir belirti veya bulgunun olmayabileceğidir. Hastaların yaklaşık yarısının tanı anında şikayetleri yoktur. Bundan dolayı diyabet riski olan bireylerin belli aralıklarla taranması hastalığın daha erken tanı almasına ve tedavi süreçlerinin başlatılmasını sağlayacak olup ileride gelişebilecek komplikasyonlardan korunmasını sağlayacaktır."
Risk grubundakiler düzenli taranmalı
Dr. Garip, diyabet riski yüksek bireyleri şu şekilde sıraladı: “Ülkemizde 40 yaş üzeri toplumun yüzde 10’dan fazlasında diyabet bulunduğu için kilosu ne olursa olsun, 40 yaşından itibaren 3 yılda bir açlık kan şekeri kontrolü yapılarak diyabet açısından taranmalıdır. Beden Kitle İndeksi 25 kg/m2 ve üstü olan kişilerde şunlardan birinin varlığında yılda 1 kez diyabet yönünden taranmaları gerekir. Birinci ve ikinci derece yakınlarında diyabet bulunanlar, diyabet prevalansı yüksek etnik gruplara mensup kişiler, doğum tartısı 4.5 kilogram veya üzerinde bebek doğuran veya daha önce gebelik diyabet tanısı almış kadınlar, hipertansiyonu ya da kolesterolü olanlar, polikistikover sendromu olan kadınlar, insülin direnci ile ilgili klinik hastalığı veya bulguları bulunan kişiler yılda 1 kez taranmalıdır. Ayrıca kalp damar hastalığı, periferik veya serebralvasküler (beyin damarlarının) hastalığı bulunanlar, düşük doğum tartılı doğan kişiler, hareketsiz yaşam süren veya fizik aktivitesi düşük olan kişiler, doymuş yağlardan zengin ve posa miktarı düşük beslenme alışkanlıkları olanlar, şizofreni hastaları ve atipikantipsikotik ilaç kullanan kişiler, solid organ (özellikle böbrek) transplantasyonu yapılmış hastalar, uzun süreli kortikosteroid ya da antiretroviral ilaç kullanan hastalar da risk altında olduklarını bilerek taramalarını geciktirmemeli’’.
Diyabetin 4 tipi bulunuyor
Diyabetin genel anlamda 4 tipi olduğunu belirten Garip, “Tip 1 Diyabet mutlak insülin eksikliği ile birlikte olup tedavisi bireyin ihtiyaçlarını karşılayacak dozlarda insülinler ile sağlanır. Tip 2 Diyabet ise insülin direnci zemininde ilerleyici insülin salgılanma kusuru ile karakterizedir. Bu diyabet türünde bireyin ihtiyacına ve kan şeker düzeyine göre oral anti diyabetikler (şeker hapları), şeker düşürücü enjektabl ilaçlar ve insülinler kullanılabilir. Gestasyonel diyabet; gebelik sırasında ortaya çıkan ve genellikle doğumla birlikte düzelen diyabet formudur. Gebelik diyabetinin tedavisinde diğer diyabet türlerinde olduğu gibi tıbbi beslenme tedavisi önerilir, tıbbi beslenme tedavisi ile kan şekeri ideal aralığa çekilemediği durumlarda gebelik döneminde kullanılabilen insülinler tedaviye eklenir. Spesifik Diyabet Tipleri de B-hücre fonksiyonlarının genetik defekti (monogenik diyabet formları), insülinin etkisindeki genetik defektler, pankreasın ekzokrin doku hastalıkları, endokrinopatiler, ilaç veya kimyasal maddeler, immunaracılıklı nadir diyabet formları, diyabetle ilişkili genetik sendromlar, enfeksiyonlar alt başlıklarından oluşmaktadır’’.
Düzensiz beslenme riski artırıyor
Dr. Garip, tedavinin temelinin bireyin diyabet hastalığı konusundaki eğitimi ve bilgilendirilmesi ile başladığına dikkati çekerek şu değerlendirmede bulundu: “Beslenme tedavisi kişiye özel olup kişinin yaşı, bedensel aktivitesi, kilosu gibi pek çok faktör göz önüne alınarak hazırlanılır. Gebe bir şeker hastası ile gelişme çağında olan bir şeker hastasının beslenme programları elbette aynı değildir. Ayrıca bu programlar kişinin aldığı yol doğrultusunda (hastalığının seyrine göre) gözden geçirilmeli gereğinde kalori miktarı ve içeriği yeniden düzenlenmelidir. Yaşam alışkanlıkları ve beslenme tedavileri düzene konulmadan kullanılacak ilaçlardan beklenen faydanın sağlanması oldukça zordur. Düzensiz beslenen hastalarda hipoglisemi (düşük şeker) ve hiperglisemi (yüksek şeker) riskleri artmaktadır. Her iki durumun ileri safhasında hastaneye yatışlar ve hatta yaşamı tehdit eden durumlar görülebilmektedir. Hastaların tedavileri diyabet tipine ve özel durumlarına göre değişkenlik gösterir. Günümüzde en sık görülen diyabet tip 2 diyabet olup, tedavisinde oral anti diyabetik (hap), iğne şeklinde uygulanan şeker düzenleyici ilaçlar ve insülinler kullanılabilmektedir. Tedavi sürecinde tedavinin şeklini belirleyen en önemli faktör kan şekerinin seviyesidir. Ancak tedavi seçiminde var olan alt hastalıklar (kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği veya gebelik gibi) da göz ardı edilmez. Hastaların tedavilerine uymaları ve düzenli takiplerinin yapılması halinde uzun dönemde kan şeker düzeni ve metabolik kontrolleri sağlanacak olup ileri yaşamlarını daha sağlıklı geçirmelerine olanak sağlayacaktır’’.