Güncelleme Tarihi:
Bulutsuzluk Özlemi adlı müzik grubunun solisti ve değişmeyen ismi olan Nejat Yavaşoğulları, kendine has yorumuyla Türkçe Rock müziğinde bir mihenk taşı oldu. Özellikle üniversite öğrencileri tarafından çok sevilerek dinlenen grubun babası Nejat Bey ile özel hayatını ve ekseriyetle babalığını konuştuk.
Sohbetimiz koyulaşmaya başladıkça müzik ve geçmişteki deneyimlerinden, kasım ayında vizyona girecek yeni bir filmde aldığı role kadar genişledi konularımız. Beyoğlu’ndaki mimarlık ofisinden çıkıp bizimle buluşan Yavaşoğulları ile konuşmaya başladığımız ilk konu ise kızı Deniz hakkındaydı…
“Deniz, üniversiteye başladığından beri ayrı evde yaşıyor. Radyo Sinema TV mezunu kızım. Birkaç klip çekti, bir şeyler yazmaya çalışıyor. Bir roman yazdı ama henüz yayımlanmadı. Öğrenciyken staj yapmak için girdiği Cumhuriyet Gazetesi’ne ait Pazar Dergi’de 2 yıl çalıştı ama o şekilde devam etmek istemedi. Şimdi deneme safhasında.”
Kariyerini planlarken sizin bir yönlendirmeniz oldu mu?
Benim bir etkim olmuştur belki ama bir yönlendirme yapmaya çalışmadım. Çünkü herkes kendi kalbinin sesini dinlemeli bu konularda.
Sizin kariyerinizden özellikle müziği kastediyorum, etkilendi mi hiç?
Küçükken benimle turnelere değil ama İstanbul’daki konserlere geliyordu. Bir yere verdiği röportajda şöyle bir şey dediğini öğrenmiştim: “Ben herkesin babasının sahneye çıktığını sanıyordum.” Çünkü o kendini bildiğinden beri bir beni gitarla sahnede görmüş, evde de müzik sohbetlerine tanık olmuştur. Dolayısıyla etkilendiğini düşünüyorum. O da müzik dersi aldı, yetenekli de sayılır ama o konuda ileriye gitmek istemedi gibi geliyor. Tabii belli de olmaz. Sonuçta müzikle ilgili bir alt yapısı var. Belki ileride bir geçiş yapabilir.
Eşinizin mesleği nedir?
Avukattı ama şimdi yapmıyor. Kentin gürültüsünden kaçmak istedi ve Ayvalık’a yerleşti. Zaman zaman ben de gidiyorum ama şu an faal olarak hem müzik hem mimarlık işlerim devam ettiği için benim henüz oraya yerleşme fikrim yok.
“Sayıları artık aklımda tutmuyorum” demiştiniz, Bulutsuzluk Özlemi’nin tarihiyle ilgili bir soru sorulduğunda. Konu kızınız olunca aklınızda kalan anılar ve özel tarihler vardır ama değil mi?
Çok var aslında ama şu anda aklında kalan… Deniz herhalde 15-16 yaşlarındaydı. Biz Ankara’ya konsere gidecektik. Arkadaşıyla birlikte bir plan yapmışlar. Bizim haberimiz olmadan gece kalkıp otobüse binmişler. Bizim gruptan önce Ankara’ya gitmişler. Sonradan haberim oldu benim. Böyle bir kaçış hikayesi vardır bizde, unutmam.
“Kızımın karnını da doyurdum, yüzmeyi de öğrettim”
Baba-kız ilişkinizde sizin profiliniz nasıldır genel hatlarıyla?
Ben çok ilgili bir babaydım. Tabii Deniz artık kendi kanatlarıyla uçmayı seçtiğinde benim de rolüm biraz değişmiş oldu. Yoksa ben bebekliğinden beri her şeyiyle ilgilendim; yıkamışımdır, karnını da doyurmuşumdur, çişe de tutmuşumdur, yüzmeyi de öğretmişimdir… Arada nesil farkı olduğu için ufak tefek farklılıklar yaşamışızdır ki bu da normal. İlk zamanlar aynı müzikleri dinlerken bizimle, sonra farklı müzikler dinlemeye başladı. Ona da sormak lazım belki ama bana göre her şey dengeli gelişti.
O da İstanbul’da yaşıyor ve bir araya geldiğimizde birikmiş olan şeyleri aceleyle birbirimize anlatıyoruz. Benim tavsiyelerimi dinlemez gibi görünür ama herhalde etkim oluyordur. Kendi kararlarını kendi alan bir yapısı var zaten.
Siz aradaki nesil farkından bahsederken, konserlerinizdeki yaş grafiği geldi gözümün önüne. Birden fazla nesle hitap ediyorsunuz yaptığınız müzikle. Günlük hayatınızda da böyle misinizdir?
Öyle olduğumu düşünüyorum. Her yaştan insanla ilişkim var sonuçta. Müzikle olan işimde gençlerle hiçbir zaman ilişkimi koparmadım. Bunun yanında ilk çıktığımız zamanlarda bizden haberdar olmayanlar daha sonra tanımaya ve dinlemeye başlayabiliyor. Bunun da nedenini yaptığımız işin gelip geçici olmayışına bağlıyorum. Bu dönem zarfında belli bir saygı da oluştu. Dinlemese bile yolda görüp tanıyan ve selam verenler oluyor.
“İşte, bizim mimar bu”
Bu “selam verme” ile ilgili size dair şeylere de çok rastladım online platformlarda. Yolda görüp birilerine selam verişiniz, göz kırpışınız, “Afiyet olsun” deyişiniz gibi minik anılar var. Karşılıklı bir durum demek ki:)
Ben herkesle konuşurum. İster istemez tanınan biri olmak insanın alışkanlıklarına siniyordur ama kendimi ünlü biri hissetmem pek. Bunun nedeni belki mimarlık yapıyor olmamdır. Çünkü her gün yapılmakta olan projelerimizin inşaatına gidiyorum, ustalarla konuşuyoruz, birlikte yemek yiyoruz. Onlar da televizyonda beni görünce eşine dostuna tanıtıyor “İşte bizim mimar bu” diye.
Cep telefonu numaranıza 2 hamlede ulaşmış olmamamız da bundan kaynaklanıyor herhalde.
Benim numaram da ilk aldığım günden beri hiç değişmedi. Üstelik herkeste de vardır; sıvacıda, ressam da ya da yurt dışındaki bir gazetecide… Bana göre adres, telefon gibi ulaşım bilgileri sık değişenler şeyler olmamalıdır.
Bir konser hazırlığı esnasında “Benim mikrofonumu aç, gerisi önemli değil” demişsiniz. Doğru mu bu?
Grupta öne çıkan biriyim ve sivri laflar etmişimdir şarkılarda. Böyle olunca da marjinal hava kattığı için olsa gerek, bu tür şeyleri de yakıştırıyorlar diye düşünüyorum. Yoksa Bulutsuzluk Özlemi bir başarı yakalarsa bunu hep gruptaki herkesin iyi olmasıyla mümkün olduğunu bildiğimden, asla söylemem böyle bir şeyi.
“Kendi tarzımla şarkıların ruhunu birleştirdim”
Sesinizle ilgili gelen olumlu/olumsuz eleştirileri nasıl yorumluyorsunuz?
Sesimin çok iyi olduğunu hiçbir zaman iddia etmedim ama şarkı söyleme konusunda da bir yenilik getirdiğimi düşünüyorum. Rock sonuçta sokaktan geldiği söylenen underground ve protest yanı olan bir müzik türü. Söyleyiş tarzı da daha öncekilerden etkilenerek gelişiyor. Mesela; John Lennon, Bob Dylan’dan etkilenmiş. Ben de Lennon’dan etkilendim, benziyor söyleyişimiz.
Algılanışına gelince, toplumumuz özellikle o yıllarda böyle bir ses ve söyleyişe alışkın değil. Zeki Müren gibi, Ferhat Göçer gibi titreterek kullanılan bir ses istiyor. Ben de gırtlağımı o şekilde kullanabilirdim belki ama Kütürdet Beni Rutubet, Şili’ye Özgürlük gibi şarkıları o tarzla söyleyemezdim bu sefer. Kendi tarzımla şarkıların ruhunu birleştirdim diye düşünüyorum.
Fikret Kızılok “Nejat şarkı söyleyemez, bağırır ama çok iyi bağırır” demiş. Bu söylentiye ne diyorsunuz?
Bilmiyorum. O daha lirik söylediği için böyle bir yorum yapmış olabilir. Asla olumsuz bir yorum olarak almam bunu. Fikret Kızılok öyle diyorsa öyledir. Bir zamanlar Mavi’de çalıyorduk, Bodrum’da. Onun gelip bizi dinlediğini söylüyorlardı. Hatta bir keresinde karşılaştık da mekanda, oturup sohbet ettik. O zamanlar bizi yüreklendiriyordu.
Yeni bir albüm hazırlığı var mı bu sıra?
Var aslında ama ciddi bir çalışma ortamı yaratamadık henüz. Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’nı klasik orkestra ile birlikte, klasik koro bir oratoryo gibi çalacağız. Çoğu bestelenmiş halde, sadece kemanlar şunu çalsın gibi alt yapı çalışmaları kaldı.
“Tiyatroda İtalyan bir sokak şarkıcısı rolünü canlandırdım”
Tiyatro müzikleri yaptığınızı biliyoruz geçmişte. Ne kadar sürdü, hangi oyunlar var bunların içinde?
Ferhan Şensoy “Şahları da Vururlar” oyununu oynuyordu ve müziklerini MFÖ’deki Fuat ve Özkan yapıyordu. Onların Ankara’ya gitmeleri gerektiğinde Ferhan bana söyledi. Mimarlık akademisinden tanışıyorduk zaten. Orta Oyuncular Tiyatrosu’nda hem bu oyun hem Anna’nın Yedi Günahı’nın müziklerini yaptık. Zeliha Berksoy söyledi. Daha sonra Dostlar Tiyatrosu’nda Galileo Galilei’ye müzik yaptım. Sahnede de İtalyan bir sokak şarkıcısı rolünü canlandırdım Şahika Tekand ile birlikte. Bulutsuzluk Özlemi ağırlık kazandıktan sonra son olarak Semaver Kumpanya’nın Bekçi Murtaza oyununa müzik yaptım.
Kasımda vizyona girecek olan “Entelköy Efeköy’e Karşı” filminde aldığınız rolden ve filmin konusundan bahseder misiniz?
Kent hayatından sıkılan entelektüeller; bir doktor, fotoğrafçı, mimar ve müzisyen sakin bir hayat yaşayabilecekleri düşüncesiyle biraz terk edilmiş bir köye yerleşiyorlar. Zeytinlikler ve harabe evler alıp uğraşıyorlar. Organik tarım vs. yapıp başarılı da oluyorlar. Derken bir şirket termik santral yapmaya geliyor. Köylüleri tavlıyor, insanlar iş bulup para kazanacaklarına inanıyorlar. Enteller de sahip olunan tüm güzelliklerin yok olacağını söylüyor. Kavgalar gürültüler oluyor ama komedi var tabii özünde. Ben de oraya yerleşen entelektüellerden birini oynuyorum. Ayrıca Bulutsuzluk Özlemi, termik santral yapılmasına karşı düzenlenen etkinlikte konser veriyor filmde. Bakalım, ben de merak ediyorum nasıl oynadım diye. İlk kez bir filmde rol aldım :)
Bir futbolsever olan Nejat Beyi, maça yetiştirmek üzere uğurlarken kulağımızda bize söylediği Samanyolu şarkısı vardı. Tabii bir de Hayatın Gidişatı şarkısı. Çünkü Yeni Anne Dergisi’nin Kasım sayısına özel aklında kalan bir öğretmen hikayesini anlatmış ve bu şarkıyı onlara hitaben yaptığını belirtmişti. Kucak dolusu paylaşımı için Sayın Nejat Yavaşoğulları’na çok teşekkür ederiz.
Röportaj: Hanife Yaşar
Fotoğraf: Melin Kahraman