Güncelleme Tarihi:
41 yaşındayım ve reklam filmi yapımcısıyım. Bugüne kadar 500’ün üzerinde reklam filmine imza attım. Ortağım Levent Onan ile birlikte bir prodüksiyon şirketimiz var. Sanat, film, müzik ve yazı ile iç içe bir hayat yani benimki. Kitabımın iki kahramanı var; Aslı ve Levent. Aslı ile on yıldır evliyim ve oğlum Levent de sekiz yaşında.
Doğum ve çocuk yetiştirmenin hep anne eksenli düşünüldüğünü ve yorumlandığını fark ettim. Aslında hamilelik ve babalık sürecinin içinde yaşadıkça oluştu bu fikir. Evet annenin çok daha önemli ve hayati bir görevi olduğu muhakkak ama olayın doğası gereği bir kişi daha var orada ve ona, yani bir erkeğe/babaya ne olacağı, hayatında nelerin değişeceği, başına nelerin geleceği ile ilgili çok az detay olduğunu fark edince bari bunları ben yazayım dedim. Ama bu kitap didaktik bir bilgi ya da kişisel gelişim kitabı değil, tam aksine oğlum büyürken başıma gelenlerle ilgili aldığım notlardan oluşturulmuş son derece eğlenceli bir kitap. Ben sadece kadınlara ve erkeklere yaşadıklarınız sadece sizin başınıza gelmiyor, herkes hemen aynı şeyi yaşıyor çok da gerilmeyin, rahat olun demek istedim.
Bizim toplumumuzun geleneksel yapısı gereği çocuk yetiştirmek annenin, onları koruyup kollamak, eve ekmek getirmek de babanın görevidir gibi kalıpsal bir görev tanımı var. Babalar işin duygusal ve çocukla olan birebir performansının biraz dışına konumlandırılmış gibi. Bu durum işine gelenler de var tabii ama artık olaya dahil olmak isteyen büyük bir erkek çoğunluğu da var. Anne-baba, karı-koca görev tanımlarının yeniden yapılanmasının vakti geldi bence.
Çocuğu yetiştirmek için görev bölümü değil, görev birliği yapmak gerekiyor. Fiziksel görevlerden başka bir durum var ortada. İşin içine sevgi katmak, ruh katmak gerekiyor. Saksıda bitki büyütmüyoruz ki, çocuk yetiştiriyoruz, insan olacak o yavru büyüyünce...
Kolay değil. Kafanıza göre hareket edemeyeceğinizi, istediğiniz gibi davranamayacağınızı artık hayatınızın dünyaya henüz gelmiş adına çocuk denilen başka bir merkezden yönetildiğini ve o merkezin sizinle tartışmaya konuşmaya lüzum bile görmeden hayatınızı biçimlendirme kararlılığını ve azmini anlamanız, kabul etmeniz hatta sevmeye başlamanız biraz zaman alıyor. Ama bir kere anlayıp sevince geri kalan her şey önemini yitiriyor. Evet zor ama ödülü dünyada hiçbir şeye değişilmez bir ödül.
Mesela sadece hamileliğin en başından bir örnek vereyim; biz oğlumuz olmadan önce gezerdik tozardık, çalışırdık, aklımıza ne eserse onu yapardık. İşlerimizden dolayı çok dinamik hayatlarımız var neticede bizim. O benim iş seyahatlerime takılırdı, ben onunkilere takılırdım. İş çıkışı eve gitme zorunluluğu olmadığından anlık planlarlar yapardık. Bir kadın ve bir erkektik yani. Sonra hamilelik geldi.
Kadındaki değişiklik o kadar inanılmaz boyutlarda oluyor ki buna adapte olabilmek cidden bir mesele. Yorulmaması, üzülmemesi, endişelenmemesi, iyi beslenmesi, bol uyuması, hastalanmaması gerekiyor. O ana kadar ilişkinin merkezi siz neredeyseniz orası iken, bir anda bu merkez ev olarak somut bir hale geliyor ilk önce. Tabii buna bağlı olarak da yaşama alışkanlıkları, düzen tamamen değişiyor. Gece yarılarına kadar eğlendiğin, film izlediğin, sohbet ettiğin partnerinin saat 8’de uykusu gelmeye başlıyor. Mesela biz neredeyse her öğün balıkla beslenebiliriz ama Aslı hamilelik sırasında bırak balık yemeyi görmeye bile dayanamayacak hale gelmişti. Bir insanın haftalar içerisinde böylesine değişmesi ve o sırada diğerine de hiç bişey olmaması çok tuhaf bir hal.
Genellemiyorum tabii ama bence çoğunluğun duyguları ifade ediş biçimleri farklı çünkü cinsiyetlere ait toplumsal görev tanımları var. Ben bu kitabı kadın ve erkek arasındaki farkları tespit etmek için değil de görev tanımlarını kadın ve erkek yerine insan olarak tanımlamak için yazdım. Bu kadının görevidir, bu erkeğin görevidir diye bakılan ezber bir hayatı reddediyorum ben. Kadınlar da erkekler de birbirlerini yeniden bir tartsınlar diye gerçek hikayeler döktüm ben ortaya ki deneyimlerini kişisel almasınlar. Çocuğu sevmek lazım, evet de, bence bizim toplum olarak sevmenin ne olduğunu yeniden tanımlamamız gerekiyor.
Bir şeyi esprili anlatmanın onu hafife almak olduğunu düşünmüyorum. Tam aksine o konu üzerinde birçok insandan daha fazla kafa yorulduğunu bile gösteriyor olabilir. O anlattığım anlar esnasında insanlar birbirlerini yoruyor, duygusal ve mantıksal anlamda hırpalayabiliyor. Bunları tanımadığım insanlar üzerinde epey gözlemledim. Ben de kasmayın, tadınızı kaçırmayın, bu iş böyle gelişiyor, rahat olun bakın burada yaşanmışı var demek istedim. İnsanlar zor şeylerin sadece kendi başlarına gelmediğini, herkese olduğunu bildiklerinde daha rahat katlanabiliyor zorluğa.
Sanmam, baba olmak yaşanarak öğrenilen bir süreç. Annelik bir hisle başlayan içgüdüsel bir süreç ama baba olmak tamamen sizin nasıl bir baba olmayı tercih ettiğinize bağlı. Bu kitabı baba olmaya değil ama başlarına geleceklere hazırlıklı olmaları için yazdım ben de zaten.
Ben altı yedi yıllık gözlemlerim sonunda herkesin aşağı yukarı içine düştüğü durumları fark ettim ve hikayelerin konu başlıklarını bunlardan seçtim. Tüm kitaptaki konu başlıkları bir çocuğu yetiştirirken illa ki içinden geçmek zorunda kalınacak durumlardan seçildi. Bu durumları eğlenceli anlattım çünkü gerçekten üzerinden bir zaman geçip o durumlar değişince, o hallerin ne kadar anlamsız ve saçma göründüğünü göstermek istedim. Yaşarken de benim yazdıklarımı hatırlayıp birazcık rahat olsun insanlar istedim. Çünkü geçiyor.
Baba olduktan sonra bu yemek mevzusu kaçınılmaz olarak gündelik ve sosyal hayatınızın hatta evliliğinizin kaçınılmaz bir parçası olacak. “Bırak hayatım istemiyorsa yemesin acıkınca nasılsa yer” cümlesinden sonra size fırlatılan her bakış sizi daha bir olgunlaştıracak, bu cümleyi kurmamayı öğreneceksiniz. Aldırmayın , uzatmayın, mantık bulmaya çalışmayın. O yemek biteceeeeekkk!
“Ben yemek vermezsem asla yemek istemiyor, bunu üç gün aç bırak acıktım demez” diyen ve bunu savunan kadınlar gördüm. Kadın bu cümleyi söyleyip gittikten sonra 5 dakika kadının o esnada olduğu boşluğa bakakaldığımı hatırlıyorum. Bu annelik nasıl bi şuur kaybı yaratıyorsa artık kadın gelip “Vallahi bizim çocuk oksijen değil nitrojen soluyor” dese bile öyle bir inanmışlıkla söylüyor ki... "Acaba mı?" diye düşünüyorsun bir an...
Yok, öyle bir destek almadık ama okul mülakatları vs. gibi yerlerde çeşitli münasebetlerde bulunduk. Öğretmenlerinden birisi çocuğun zorlandığı bir durumu net ve açıkça tespit edip danışın, bir sorun derse ve o durum bizim de farkında olmadığımız bir durumsa destek alırım tabi. Ama çocuğunun gelişim ve ruh halini iyi takip edip anlayan ve yorumlayan bir ana babadan daha iyi psikolog ve pedagog olabileceğine ben şahsen inanmıyorum. Saygıyla dinlerim elbette, o bilgiyi de kendime eklerim ama yine kendi bildiğimi okurum sanırım.
Doğum anıdır sanırım. Düşünsene sevdiğin kadın, heyecanla beklediğin çocuğun yani hayatının o andan sonraki geri kalanı bir masada tanımadığın bir sürü insana emanet. Elbette iyiler, işlerini iyi yapıyorlar ve yaptılar ki bugünlerdeyiz tabi ama yine de bir erkek olarak o çaresiz teslimiyetten nefret ediyor insan.
Çocuk ve anne arasındaki ilişkinin içgüdüsel vazgeçilmezliğini anlayıp saygı gösterince, o ilişkiyi koruyup kollayınca, dahil olmak isteyince iyi bir baba olunur. İyi bir baba, anne ve çocuk ilişkisine katılıp o ilişkiyi sağlam bir aile ilişkisi haline getirebilen erkektir.
Bir şeyin ortasındayım ben daha. Ne başı ne de sonu. Buraya kadar iyi getirdim sanırım ama yine de bu soruyu bir on beş sene sonra falan Levent ve Aslı’ya sormak lazım. Biten bir süreç değil ki..
Biz de herkes gibi piyano çalarız, ata bineriz, eskrim yaparız. Şaka tabii ki. Normal işte; top oynarız, resim çizeriz, gezeriz, film seyrederiz. Tek farkımız Levent’in her fikri ve cümlesi benim için ciddiye alınması ve önemle cevaplanması gereken bir cümledir. Ben Levent’in her ne olursa olsun benim kızacağımı düşünerek bana yalan söylemesine ya da bir şey saklamasına gerek olmadığını düşünerek büyümesini istiyorum ve ilişkimi de böyle kuruyorum. Konuşmak ve sohbet etmek yaptığımız en özel şey sanırım.
Çocukla çocuk olma derler ya, tam tersini yapıp olabildikleri kadar çocukla çocuk olsunlar.