Güncelleme Tarihi:
NTV Spor’un başarılı spikerlerinden Dilara Gönder, güzelliğiyle de adından sıkça söz ettiriyor. Küçük bir sağlık sorunu yaşayan Gönder, sağlığına kavuştuktan sonra kariyeri ve özel yaşamı hakkında yapacağımız röportaj için bizi misafir etti. İşte, merak ettiklerimiz ve Dilara’nın kişiliğinden küçük sırlar…
Sunuculuk serüveniniz nasıl başladı?
Yeditepe Üniversitesi Radyo-TV-Sinema Bölümü mezunuyum. Aldığımız eğitim içinde zaten diksiyon kursları vardı. Ben işin daha teknik kısmı ya da sinema tarafının daha fazla eğitimini aldım diyebilirim. Sunuculuk üniversitenin verdiği bir eğitim değildi. Birkaç hocanın da dersiyle gelişti sunuculuk vasfım. Mesleki kariyerim ise FB TV’de başladı. Ardından Lig TV’ye geçtim. Sonraki tecrübeyi TRT 1’de Formula 1 yarışları takip ederek yaşadım. Sonra da NTV Spor’a geçtim.
Başarınız kadar güzelliğiniz de ön planda. Bu durum rahatsız ediyor mu sizi?
Dış görüntüye çok da takılı kalan biri olmadığımdan rahatsız olmuyorum. Beğenilmek rahatsız etmiyor ama sadece bu yüzden akılda kalıyorsam, “Demek ki yapacağım şeyi hala yapamamışım” diye yorumlarım. Koyacağım yeni hedefler var demektir.
Sporla olan ilişkiniz sadece mesleğinizle mi sınırlı?
Çocukluğumdan itibaren sporla iç içe yaşadım. Lisanslı olduğum sporlar var; tenis, atletizm, hentbol, çeşitli kış sporları… Deneme yanılmalar tabii birçoğu. Ortaokul yıllarımda daha aktif ve meraklıydım. Mesleğimdeki sporun yeri ise FB TV’ye geçtikten sonra şekillendi. “İlle de spor spikerliği olsun” dememiştim. Zaten staj yaptığım dönemde (2004), bu meslek o kadar da popüler bir meslek değildi, çok az örneği vardı.
Takip ettiğiniz spor programları var mı?
Okuduğum spor yazarları var, tabii izlediğim programlar da. İşim gereği sürekli takip etmek zorundayım zaten. Evde de izlemeye özen gösteriyorum. Güntekin Onay, Murat Kosova ya da Ercan Taner’in yapmış olduğu programlara arada bakarım. Diğer kanalların spor programlarını gündemi takip etmek için açarım mutlaka.
Yalnız mı yaşıyorsunuz? Aile yaşantınız nasıldır?
Evet, ailem Antalya’da ama ablam İstanbul’da. Ablam 2.5 yaş büyük benden. 18 yaşındaydım en son o çekirdek ailenin içinde bulunduğumda. Şimdi 28 yaşındayım ve artık izinler oldukça ya da onlar buraya geldikçe görüşebiliyoruz.
Aile konusunda çok şanslıyım; son derece özgür bilince sahip olan ve çocuklarına öyle yaklaşan bir ailem var. Benim arayışlarıma her zaman izin verdiler ve saygı duydular. Üniversite formumu bile tek başıma doldurdum. Alman disiplini vardır benim üzerimde. 5 yaşında geldim Türkiye’ye. Ama ailem daha uzun yıllar yaşadığı için onlarda o alt yapı var. Hayal kırıklığı yaşatmadım tüm bunlara rağmen. Öyle ki, benim hala ev telefonum yoktur. 18 yaşındayken de ailem “arayıp evden kontrol edeyim” gibi bir şeye gerek duymadı. Sonsuz bir güven ve saygı, sevgi üzerine kuruludur her şey.
Çocukluğunuza dair en çok neyi hatırlamaktan haz duyarsınız?
Mutlu bir çocukluk geçirdim ama en mutlu olduğum an, sabah 7 ‘de kalkıp annemin yaptığı kazandibinden bir parça alıp “Super Mario” oyununun başına oturmaktı. Ben böyle çok kalabalığı, akrabaların bir araya gelip hep birlikte oturduğu zamanları pek sevmem. Az ve öz olmayı severim. Şükür ki, ailem de öyle.
Ergenlik döneminiz nasıl geçti?
Ooooo! Acayip çirkin bir kızdım. Arayışımın en çok olduğu bir dönemdi. 14-15 yaşlarındayken bir yandan keman ve solfej dersi alıyordum, diğer yandan spor yapmaya çalışıyordum, okula gidiyordum, aşık oluyordum. Her şeyi bir arada yaşıyordum.
Günlük tutma konusunda istikrarsız olmama rağmen orta ikinci sınıfta yazdığım bir günlük vardı. “Bu sene nasıl geçti? İlk 10 madde” diye bir şey sıralamışım. Yıllar sonra bir okudum ki, yarısı hoşlandığım insanlardan oluşuyor; ilk bikinimi aldığım, bilmem kime açıldığım, o beni terk etti, ben şunu terk ettim gibi… Oldukça flörtçü bir mizaç var. Bunlara rağmen erkeklerle ilişki anlamında çok geç kaynaştığımı da söylemeliyim. Erkeklerle hep beraber büyüdüğüm için o aşk denilen şeyi de çok geç hayatıma soktum. Küçük çaplı, çocukla şeyler oldu genelde. 16 yaşındayken ablam üniversiteye gitti, ev bana kaldı. Ergenliğim telefonda geçti diyebilirim. Maliyetini de ailem karşıladı tabii.
Babanız haliyle ticaret yapmak zorunda kalmış :)
Tabii tabii, hala çalışıyorlar :) Geçmedi yani…
Ablanızla aranız nasıldı? Elbet eğlenceli anılar vardır.
Olmaz mı! Beni arkadaşlarının yanına hiç almazdı. Tabii sonra ben onun grubuna girmenin yolunu buldum (Gülerek). 18 yaşlarında artık birlikte takılmaya başlamıştık ama çocukken çok üzülüyordum. Onun kıyafetlerini almaya çalışırdım. Çok kavgalarımız olmuştur.
Şimdilerde ise İdil ile iletişimimiz ilk 3 saat süper çok keyifli ama sonra ufak ufak sıkıntılar başlıyor. Buna rağmen ablam benim her şeyim, şu hayatta sahip olduğum için çok şanslı olduğumu düşündüğüm insanlardan biri.
İş dışında neler var hayatınızda sizi meşgul eden?
Yapmam gerekenler var aslında. Bir ara kemanı tamamlayayım dedim ama zamanım yok. Çizim olarak karakaleme başladım yeniden. Topkapı Sarayı’na gidip fotoğraflar çektim, onları karakaleme aktarıp evimin duvarına asacağım. İşten çıkınca ise genelde Sibel adında bir arkadaşım var, onula bir araya geliriz. Film izlerim, bir ara günde 2-3 film izlerdim. Onun dışında bar, gece kulübü gibi yerlerde eğlenme gibi bir anlayışım yok. Kalabalık sevmiyorum ya :)
Evlilik düşünceniz var mı?
Evlenmek ve çocuk sahibi olmak planlanan bir şeyden ziyade hormonal bir durum bana göre. Ben henüz bu hormonu salgılamadığımı düşünüyorum. Çünkü çocuklara karşı o anlamda bir ilgim yok. Arkadaşlarımın çocukları var ve çok seviyorum fakat 10 dakika sonra ilgim onlardan çıkıyor. Ama çocuğum olduğu zaman çok iyi bir anne olabileceğimi de biliyorum.
Burcunuz nedir?
İkizler. O yüzden böyle yanarlı dönerliyim. Benim hayattaki prensiplerin sabittir değişmez. Bazı boş konularda acayip fikir değiştirebilirim. Arkadaşlarım bilir; bugün siyah dediğim şeye yarın beyaz diyorsam hiç üzerinde durmaz geçerler.
Ne tür kitaplar okursunuz?
Felsefeyi sevdiğim için Sigmund Freud’dan alıntılar vardır hayatımda. Otobiyografi okumayı çok severim çünkü yaşanmış şeyler bana hep bir ışık tutar. Hayatta izler bırakmış kişilerden bahsediyorum tabii, Frida gibi. Duyduklarımı beynimde resmettiğim için bu türü okumayı seviyorum. Kürşat Başar, Tuna Kiremitçi gibi isimleri de okurum. Bakarım ne olmuş ne bitmiş.
Sosyal medya ile aranız nasıl?
Berbat! Twitter takipçisiyim ama kötü bir kullanıcıyım. Kendi fikirlerimi açık seçik ifade edemiyorum. Olaylara bakış açımı net bir şekilde yazamıyorum. Ya çok tepki geliyor ya da yazamaman gerekiyor. Ortada bir duruş sergilemen gerekiyor. Bu bana göre bir şey değil. Ben çok uçlardayım. Dengem yoktur. Twitter vb. denge işi ve mesaj kaygısı taşıyor. Ben hayatım boyunca mesaj kaygısı taşımadım. Aktaracak bir lafım var ama mesajım yok.
Sohbetimiz sürerken Dilara Gönder’in yayın için hazırlıkları başlamıştı bile; bilindik TV temposu. Bize ve dolayısıyla sevenlerine zaman ayırdığı için kendisine paylaşımlarından dolayı teşekkür ederiz.
Röportaj: Hanife Yaşar
Fotoğraf: Merve Hazinedaroğlu