Güncelleme Tarihi:
Zeka, iki uçlu karaktere sahip, dinamik bir yapı. Bir ucu genetik mirasa; diğer ucu ise sosyal-çevresel faktörlerin etkisine dayandırılabilir. Bu iki uçlu karakteri zihnimizde köşeleyerek, genelde zekanın, özelde ise üstün zekanın ölçülmesi ve sınıflandırılması noktasında farklı görüşlerin mevcut olduğunu unutmamak gerekiyor.
Bir Amerikalı eğitimci olan Joseph Renzulli, ‘What Makes Giftedness? Reexamining a Definition (1978)’ isimli eseriyle, üstün zekaya en doğru tanımlardan birini getirmiş. Şöyle ki; üstün bir bireyin, akranları arasında ‘genel yetenek’ (zeka testleri), ‘üretkenlik’ (özgünlük ve esneklik), ‘motivasyon’ (sebat ve dikkati sürdürebilme) becerilerinde belirli bir ileriliğe sahip olması gerekiyor. Doğru bir sınıflama ile bu üç özelliğin objektif bir değerlendirmesi sonucunda üstün zekalı çocuklar belirlenebilir.
Bir bireyin üstün zekaya sahip olup olmadığını belirlemek için yapılması gereken ilk şey, objektif bir zeka testi. Bu testlerin ev ortamında aileler tarafından yapılması mümkün değil. İnternet üzerinde, zeka testi ismiyle dolaşımda olan sorular, güvenilir ve geçerli olan ölçekler değil. Zeka testleri, test eğitimini tamamlamış psikologlar ve psikolojik danışmanlar tarafından uygulanabilir. Bu testler ülkemizde Stanford Binet, WISC-R ve CAS isimleriyle biliniyor.
Zekanın ölçümü çocuktan çocuğa değişiyor. Esas olarak zeka düzeyinin iki yaşından itibaren ölçülmesi mümkün. Fakat bunu doğru anlayabilmek için zekanın ölçümünü ve yorumunu sağlayan ölçeklerin yapısına bakmakta fayda var. Stanford Binet testi, iki yaştan altı yaşa kadar uygulanabiliyor. Fakat burada çocuk, yaklaşık 50 dakika boyunca, daha önceden tanımadığı bir testör ile beraber, uygun olan kapalı bir odada, soru-cevap şeklinde devam eden bir uygulamaya tabi tutuluyor. Küçük yaş çocukların da, dikkatinin sürdürülebilirliğinin az olması, anne bağlılığı gibi nedenlerle teste karşı olumsuz direnç geliştirme söz konusu olabiliyor ve çocuk test ortamında bulunmayı reddedebiliyor. Bu nedenle Binet testi her ne kadar iki yaştan itibaren standardize edilmiş bir test olsa da, testin, çocuğun kreş, anaokulu gibi sosyal gelişimini destekleyen bir kurumda eğitim gördükten sonra uygulanması daha verimli ve etik bir sonuç verebiliyor. WISC-R testi, 6-16, CAS testi ise 5-17 yaş arasındaki çocuklara uygulanan, genel olarak planlama, dikkat, sözcük dağarcığı, sosyal muhakeme, aritmetik gibi sözel ve sözel olmayan (görsel-motor) alanları tanılamakta kullanılan ölçekler. WISC-R ve CAS, zeka testinin ötesinde, çocuğun dikkat ve öğrenme ile ilgili becerileri hakkında da fikir vermesi nedeniyle eğitim planı belirlemede, eğitimcilere oldukça fayda sağlıyor.
Bazı uzmanlarca zeka testleri faydalı bazı uzmanlarca da riskli olarak görülüyor. Çünkü zeka testi yaptırıp çocuğun tanılamasını alır ama sadece bunu etiketleme olarak kullanırsak, yani çocuğun bireysel özelliklerine zihinsel ve duygusal ihtiyaçlarına yönelik girişimlerde bulunmaz ve tabiri caizse çocuğu bir reklam panosu gibi kullanırsak, bu ona faydadan çok zarar getirir. Çocuğunun üstün zekalı olduğunu öğrenen bir aile, öncelikle doğru bir danışmanlık almaya ihtiyaç duyar. Yani genel olarak üstün zekalı çocuklarının özelliklerini ve ihtiyaçlarını fark etmeli ve kendi çocuğunun özel durumlarını, kendi içerisinde destek görmesi gerektiğini, uzman danışmanlığı alarak neler yapabileceklerini sorgulamalı aileler. Önce ailenin çocuğuna yaklaşımını belirlemesi, onunla kaliteli vakit geçirmesi, ihtiyaçlarının farkında olması gerekiyor. Üstün zekalı çocuğun her zaman özel öğretmenler ve özel materyallerden önce ailesine ihtiyacı var.
Uygun okul ifadesi ile aynı anda uygun öğretmen ifadesini de düşünmek durumundayız. Uygun okul (imkanlarıyla yeterli) ama uygun olmayan öğretmen olursa ya da uygun öğretmen ama uygun olmayan okul söz konusu ise, her iki durumda da ne yazık ki ciddi olumsuzluklar yaşanabiliyor. Konu eğitim ve bireyin başarısı olunca birçok değişkeni bir arada değerlendirmek durumundayız. Yani çocuğun ailesi, okulu ve sosyal çevresi ile onun hayatında etkili olan insanları beraber düşünmek gerekiyor. Ama diğer durumları makul kabul ederek konuyu okul üzerine odaklarsak, uygun bir okul ortamında eğitim verilmezse bu çocuklar ileride büyük sorunlar yaşayabilir ya da yaşatabilirler. Ya da yetenek ve beceri düzeyleri azalmış, özünde lider ruhlu olmasına rağmen özgüvenini yitirmiş, ürkek, kendisini toplumdan soyutlamış ya da soyutlatılmış bir birey olarak da karşımıza çıkabilirler. Tabii ki bu söylediklerimiz aileleri endişelendirmemeli.
Her özel eğitim almayan çocuk bu duruma gelecek diye bir kural yok; ama bu şekilde sonuçlanması ya da sonuçlanmaması öncelikle anne-babanın tutum ve yaklaşımlarıyla şekilleniyor.
Öncelikle akran zenginliğinin sağlanması önemli. Bireyin yetişmesi sadece zihinsel bir durum değil. Hatta insan sosyal bir birey olduğundan duygusal ve sosyal gelişim yaşamda mutlu olmak için daha büyük bir mesele. Üstün zekalı çocukların bazıları yaşadıkları deneyimler sonucu kendisini toplumdan üstte görüp zarar verici bir özgüvene sahip olabiliyor ya da toplumdan farklı olduklarını düşünüp kendilerinde kusur var zannedebiliyorlar. Eğer doğru şekilde bu özel çocuklar bir araya getirilirse daha sağlıklı bir duygusal ve sosyal gelişim sağlanabilir. Zihinsel doygunluk ve beceri odaklı eğitim ise üstün zekalılığın eğitime aktarımında en önemli faktör.
Normal gelişim düzeyi itibarıyla hazırlanmış olan müfredatlar bu çocuklar için genel olarak yüzeysel ve yetersiz kalıyor. Eğitimciler tarafından müfredatın içi detay ve ayrıntı bilgilerle, başka yaklaşımlarla zenginleştirilmeli. Aynı zamanda çocukların ilgi ve yeteneklerini geliştirmek adına eğitimi genel olarak da zenginleştirebilmek gerekiyor. Bu çalışmalarda çocuklar bilim-deney, astronomi ve uzay bilimi, sıra dışı düşünme, drama, görsel sanatlar, gastronomi, genetik, zeka oyunları gibi farklı konularda çalışmalara atölyelerde devam ediyor.
Ne yazık ki hiç yok. Mevcut bir okul geçen yıl projeden kaynaklı olarak kapatılmak zorunda kaldı. Kısa adı BİLSEM olan Bilim Sanat Merkezleri, çocukların okul çıkışları ya da hafta sonları faaliyet yürütmeleri için kurulmuş durumda ancak sayıları yeterli değil. İstanbul’da sadece iki BİLSEM var. Üstün zekalıların karma okullarda müfredat zenginleştirme yöntemi ile dahi çocukların ise onların ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiş okullarda eğitim almaları gerekiyor.
Yeterli değil ancak ilerleme kaydeden çalışmaları son zamanlarda görüyoruz. Eğitim maalesef öğretimle karıştırıldığı için problemler peşi sıra geliyor. Anne ve babaların yapması gereken en önemli şey çocuklarının diğerlerinden farklı olmadığını, sadece belirli özelliklerinin daha fazla geliştiğini kabul etmek. Normal çocukların sergilemiş olduğu her davranışı üstün çocukların da gösterebileceğini asla unutmamalıyız. Onların ihtiyaçlarını karşılayabilecek ortamlar oluşturarak mutlaka profesyonel bir yardım almalıyız. Çocuğumuza dengeli bir yaşam alanı oluşturarak onu bütün yönlerden gelişebileceği etkinliklere dahil etmeliyiz. Üstün çocukların en önemli özelliklerinden biri de merak. Bazen yetişkinler çocuklarının sorularını yanıtlamakta zorlanabilir. Böyle durumlarda çocuğa karşı tepkisiz kalmak yerine, çocuklarının gereksinimini karşılayacak başka çözüm yolları bulmalılar. Örneğin, kitaplardan, ansiklopedilerden ve uzman kişilerden yardım alabilirler. En önemli noktalardan biri çocuklara tutarlı bir disiplin uygulamak ve üstün çocuklara üstünlüklerinden dolayı özel imtiyazlar tanımamak. Ebeveynler çocukları diğer çocuklardan erken dönemde yürümeye, konuşmaya başladığında ya da akıllı telefonun kilidini açtığında ‘galiba üstün zekalı’ diyerek tepki veriyor.
Üstün zeka ve üstün zekaya sahip çocuklara yönelik bilinç ve farkındalığın tarihi, maalesef ülkemizde çok eskilere dayanmıyor. Hal böyle olunca, ‘üstün’ (gifted) kavramına getirilen açıklamalar ve ailelerin üstünlüğü ele alış biçimleri giderek karmaşıklaşarak bulanıklaşıyor. Son dönemde teknolojik araç ve gereçlerin kolay elde edilebilirliği ile aşırı kullanımı ve çocukların bu duruma yüksek adaptasyonu, özellikle Baby Boomers (II. Dünya Savaşı sonrası nesil) ya da X kuşağından olan ebeveynleri hayrete düşürüyor. Çocukların telefon ve bilgisayar kullanımındaki kavrayış hızları, astronomi, bilimsel deneyler ve dinozorlara olan ilgi ve merakları, fazla ve ilginç sorular sormaları, sözcük kullanımındaki fonksiyonaliteleri, aşırı hareketlilikleri; aileleri, çocuklarının üstün olabileceği konusunda şüphelenmeye sevk edebiliyor. Fakat doğru bir saptama, ancak objektif bir zeka testi ve eşliğinde, testöre verilecek doğru, yansız bir geçmiş öyküsü ile mümkün. Ancak bilinmelidir ki; yukarıdaki özelliklere sahip her çocuk üstündür anlamına gelmez. ‘Bizim çocuğumuz çok hareketli, yerinde durmuyor, sürekli araştırıyor’ şeklinde ifadeye sahip ailelerin çocukları, bazen üstün tanısı da alabilir. Ancak burada dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğundan da şüphelenilmeli, test uygulamasının yanında, bir çocuk psikiyatristinin tetkiki de gerekli görülmeli.