Güncelleme Tarihi:
Cinsellik, insanların kendileri ve başka insanlarla ilişki içerisinde gerçekleştirdiği, cinsel zevk almaya, vermeye ve üremeye yönelik deneyimlerden oluşur. Haz, arzu, aşk ve yakınlık ile yakından ilişkili olan cinsellik bazen de bir zorunluluk ve kaygı eşliğinde yaşantılanabilir. Temel olarak duyumlarla ilişkili olan cinsel ilişki sadece cinsel organlarla değil tüm bedenle ilişkili olduğu gibi cinsellik de sadece üreme ile ilişkili olmadığından, cinsel sağlıktan söz edebilmek için cinselliğin zorunluluktan arınmış olması ön koşuldur. Sağlıklı bir cinsel yaşam için cinsel birlikteliklerin fiziksel, duygusal, ekonomik, toplumsal baskılardan arındırılmış ve cinsellik ile ilgili kaygıların en aza indirilmiş olması gerekir.
Cinsel etkileşim her türlü etkileşimde olduğu gibi öncelikle kişinin kendini tanıması, kendine değer vermesi, güvenmesi ve bedeniyle, haz aldıkları ile ilgili farkındalığın oluşması ile başlar. Mutlu ve doyurucu bir cinsel yaşam için ilk koşullardan biri eşler arası etkin iletişim, açıklık, paylaşım ve karşılıklı saygıdır. Kişilerin birbirlerine karşı sorumlu davranması, karşılıklı mahremiyeti ve değerinin tanınması önemlidir. Cinselliğin nasıl yaşanacağı ile ilgili her ayrıntı çiftlerin sözel veya davranışsal ortak istek ve rızası ile gerçekleşmelidir. Çiftin cinsel ilişki ile ilgili kaygılarını, haz aldıkları, hoşlandıkları, hoşlanmadıkları şeyleri birbirleriyle paylaşmaları ortak ve doyumlu cinsel yaşamı keşfetmelerine yardımcı olur.
Cinsel mitler ve yanlış inanışlar cinsiyet rolleri ve beklentileri ile sıkı biçimde ilişkili olup genellikle cinsel yaşamın üreme ve performans ekseninde değerlendirilmesine yol açar. Aynı zamanda kadın cinselliğini sınırlamaya yönelik inanışlar da yaygındır. Bu inanışlar cinsel yaşamı sınırlar, kısıtlar ve cinsel yaşamla ilgili kaygıların belirginleşmesine neden olur. Cinsel mitlerden bazıları şunlardır:
Kadınların %30-60'ında yaşamları boyunca en az bir cinsel sorun yaşandığı tespit edilmiştir. Toplumumuzda kadınlar genellikle kendi cinselliklerine yabancı biçimde sadece eşine yanıt verme beklentisi içinde yetiştirilmeye meyillidir. Kadınlarda cinsel işlev bozukluğu gelişmesinde yanlış inanışların, yetiştirilme tarzının, geleneksel kadın rolünün dışına çıkmakta zorlanmanın büyük etkisi olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda aile içi şiddete tanık olmuş, maruz kalmış kadınlarda cinsel işlev bozukluğu sık görülmektedir. Otoriter, baskıcı baba ve edilgen, güçsüz kalan/bırakılan anne modelleri özellikle vajinismus ve cinsel istek bozukluları gelişmesinde etkilidir.
Kadınlarda duygusal yakınlık ve sıcaklık, ön sevişme/sevişme, cinsel ilişkiye hazır olma önemli yer tutar. Bu nedenle yakınlık sorunları, kısıtlı sevişme, iletişim problemleri, evlilik çatışmaları cinsel sorunlara yol açabilmektedir. Cinsel organlardan hoşlanmama, kızlık zarının ve cinsel organların zarar görmesi korkuları da cinsel sorun gelişmesine katkıda bulunur.
Erkeklerin yaklaşık %40'ı yaşamları boyunca en az bir cinsel işlev bozukluğu geçirirler. Cinsel sorun ilk cinsel aktiviteden itibaren başlayabileceği gibi bazen de sonraki yıllarda bir süreci izleyerek gelişebilmektedir. Cinsel sorun durumsal olabilir veya her cinsel aktivite sırasında yaşanabilir.
Erkeklerde cinsel sorunların kökeninde genellikle rollerle ilişkili olarak performans kaygısı, kısıtlı sevişme, yetersiz/yanlış bilgilenme, eşler arası iletişim ve diğer ilişki sorunları, kaygılı kişilik yapısı, suçluluk duyguları psikiyatrik rahatsızlıklar ve organik kökenli nedenler yer almaktadır.