BİR SORUDAN FAZLASI I İnsanlar tanımadığı birine nasıl aşırı derecede hayran olabiliyor?

Güncelleme Tarihi:

BİR SORUDAN FAZLASI I İnsanlar tanımadığı birine nasıl aşırı derecede hayran olabiliyor
Oluşturulma Tarihi: Ocak 10, 2025 09:06

Bazen bir şarkıcıyı, bazen oyuncuyu, bazen bir diziyi ya da filmi beğenebilir, sevebiliriz. Bazen ise bu sevgi olması gerekenden fazla olur, şarkıcının bütün şarkılarını ezberleriz, hayatının detaylarını biliriz, oyuncunun bütün işlerini takip ederiz, dizinin ‘bağımlısı’ oluruz. Bazen ise tuttuğumuz spor takımını aşırı sahipleniriz ve uğruna kavgalar dahi edebiliriz. Halk dilinde ‘hayranlık’ ya da ‘taraftarlık’ olarak bildiğimiz bu durum psikolojide ise bambaşka şekilde yorumlanıyor. Aşırı hayranlık hissini yaşayan insanlar hikayelerini anlattı, uzman isim ise psikolojik açıdan değerlendirdi

Haberin Devamı

Arabesk müziğin en sevilen isimlerinden Ferdi Tayfur, 2 Ocak’ta tedavi gördüğü hastanede hayata gözlerini yumdu. Ferdi Tayfur’un Atatürk Kültür Merkezi’ndeki anma töreni ve cenazesi kelimenin tam anlamıyla insan seline sahne oldu. Ülkenin her bir yanından cenazeye akın eden hayranları, Ferdi Tayfur’u gözyaşları içinde son yolculuğuna uğurladı.

Ferdi Tayfur’un vefatı ve hayranlarının vefası, ‘İnsanlar nasıl oluyor da bir ünlüyü bu kadar çok sevebiliyor?’ sorusunu akıllara getirdi.

Ferdi Tayfur’un yanı sıra insanlar şarkıcılara, oyunculara, dizilere/filmlere, spor takımlarına ve hatta sporculara aşırı sevgi ve hayranlık duyabiliyor. Aşırı hayranlık yaşayan insanların ilgi çekici hikayelerini dinledik ve konuyu uzmanına sorduk: Psikoloji bu durumu nasıl açıklıyor?

Haberin Devamı

‘KONSERİNE HİÇ GİDEMEDİM AMA CENAZE NAMAZINI KILABİLDİM’
Adem K. (45)

Ferdi Tayfur ile tanışmam, şarkılarına bağımlı olmam lise yıllarıma uzanıyor. Liseye başladığım yıl yani 15 yaşında sınıf arkadaşım bir gün bana Ferdi Tayfur’un ‘Prangalar’ şarkısını dinletti. O anı asla unutmuyorum. Büyülenmiş gibiydim. Okul çıkışı kasetçiye gidip cebimdeki bütün harçlıkla albümünü almıştım. Ondan sonra da her albümü daha çıktığı gün almaya gidiyordum. Ferdi Tayfur’un bütün şarkılarını, o şarkıların hangi albümde olduğunu, albümdeki şarkıların sırasını dahi bilirim. Senelerdir güne Ferdi Tayfur ile başlıyorum. Her sabah bir şarkısını dinleyip evden öyle çıkıyorum. Bu benim en sevdiğim rutinim. Sabahları dinlemeyi en sevdiğim şarkısı ise ‘Sabahçı kahvesi.’

Küçük bir şehirde yaşadığım için hayatım boyunca hiç Ferdi Tayfur konserine gidemedim. Bu hep hayalimdi ama artık asla gerçekleştiremeyeceğim. Konsere gidemedim ama ölüm haberini alır almaz kafama koymuştum, cenazeye gidecektim. Anma töreni ve cenaze planı belli olunca iş yerimden izin aldım ve İstanbul’a geldim. Atatürk Kültür Merkezi'ndeki anma töreninde ve cenaze töreninde yaşadığım duyguları tarif edemem. Ferdi Tayfur’un şarkılarını hep bir ağızdan söylemek, onu son yolculuğuna uğurlamak… Konserine hiç gidemedim ama cenaze namazını kılabildim. Bu gurur bana yeter.

Haberin Devamı

‘OYUNCULAR, SENARİST VE YÖNETMEN BİLE DİZİYİ BU KADAR SAHİPLENMEMİŞTİR’
Burcu A. (28)

Şu an yayında olan bir diziye kelimenin tam anlamıyla bağımlıyım. Her gün bölümlerini izliyorum, fragmanları bekliyorum, yeni bölümün yayınlandığı gün ise eve misafir dahi kabul etmiyorum. Sosyal medyada diziyle ve oyuncularıyla ilgili sayfaları takip ediyorum. ‘Fun club’ sayfası açmamak için kendimi zor tutuyorum ama şimdilik o kadarını yapmadım. Çevremdekiler benimle dalga geçiyor, “O bir dizi, oyuncuları, senaristi hatta yönetmeni bile bu kadar sahiplenmemiştir” diyorlar ama umurumda değil. Diziye gelen en ufacık eleştiri bile sinirlerimi bozuyor.

‘TAKIMI BABAMDAN DAHA ÇOK SEVİYORUM’
Baran Y. (26)

Haberin Devamı

Fenerbahçe'ye olan tutkum, hayatımın ayrılmaz bir parçası. Her maç günü, stadyumun atmosferine adım attığımda kalbimdeki heyecan tarife edilemez. Sarı-lacivert renklere olan sevgim, sadece bir takım tutmak değil; bu, bir yaşam tarzı, bir aidiyet hissi. Fenerbahçe’nin tarihi, başarıları ve efsane oyuncuları, benim için sadece futbol değil, aynı zamanda bir kültürün ve topluluğun parçası. Her galibiyet, sadece puan değil; dostlukların pekiştiği, hayallerin gerçekleştirildiği anlar. Son dönemlerde biraz üzülüyor olsak da takımı da babamdan daha çok seviyorum.

BİR SORUDAN FAZLASI I İnsanlar tanımadığı birine nasıl aşırı derecede hayran olabiliyor

‘YANIMDAKİ ÇOCUK KENDİNİ JİLETLEDİ… ALLAH’IM BEN NE YAŞIYORUM?’
Adnan F. (52)

Haberin Devamı

Müslüm Gürses’in hayranlarının konserlerde kendini jiletlediğini bilmeyen yoktur. Ben bunu hiç yapmadım ama o dönem yapanları anlıyordum. İnsanlar dertlerini, acılarını fiziksel olarak dışa vurmak istiyordu. Müslüm Baba’nın şarkıları bize daha fazla acı çektiriyor ama bir yandan da duygularımıza tercüman oluyordu. Ancak 1992 yılında Gülhane Parkı konserinde bazı şeylere canlı şahit olunca deyim yerindeyse bir şeyler ‘dank etti.’ O zamanlar 19 yaşında, hayatın bütün yükünü kendi omuzlarında zanneden, dünyadaki en büyük aşk acısını çektiğini düşünen bir gençtim. Müslüm Gürses acılarıma ilaç gibi gelmişti. Dinlerken hem daha çok üzülüyor hem de birinin beni bu kadar iyi anlayabiliyor ve anlatabiliyor olmasının tadını çıkarıyordum.

Haberin Devamı

Gülhane konseri olacağını duyduğumda ise yaşadığım heyecanı tarif edemem. Ne yapıp edip o konsere gidecek, acımı herkesle beraber çekecektim. Konsere gittim gitmesine ama şahit olduklarım şimdi bile beni şoka sokuyor. Müslüm Gürses daha sahneye çıkar çıkmaz yanımdaki çocuk ‘yaktın beni dünya’ diye bağırarak kendini jiletlemeye başladı. Allah’ım ben ne yaşıyordum? Derken Müslüm Baba şarkıya girdi ve ortalık deyim yerindeyse kan gölüne döndü. Gitmek istesem gidemiyorum, binlerce insan var. O konserin sonu nasıl geldi, ben nasıl durabildim inanın hatırlamıyorum. Ama konser alanından çıkmayı başardığımda değişmiştim. Birini sevmek, şarkılarında duygulanmak böyle bir şey olmamalıydı. Kendine zarar vermek ne demekti? O günden beri hala Müslüm Gürses’i severek dinliyorum ama benim içim ölürüm biterim, kendimi keserim duyguları son buldu.

                                                                  * * * * *

İnsanların tanımadığı kişilere duyduğu aşırı hayranlığın sebeplerini Uzman Klinik Psikolog Berkay Ateş ile konuştuk.

PSİKOLOJİDE BAZI SENDROMLAR VAR

Yaşanan aşırı sevgi ya da hayranlık durumunun psikolojide karşılıklarını anlayan Ateş, "Psikolojide bu konuyla alakalı bazı sendrom isimleri var. Mesela bir tanesi; 'para-sosyal ilişki’ dediğimiz kavram. Para-sosyal ilişki, kişinin hiç tanımadığı bir ünlü ya da karakterle tek taraflı bir bağ kurması anlamına gelir. Bu bağ, sanki bir arkadaşlık ya da aile bağıymış gibi yoğun duygusal bir hale dönüşebilir. İnsan, idolünün başarılarını ve üzüntülerini kendi hayatına yansıtarak hisseder. Bu durum bazen ünlü saplantısı bozukluğu ile de isimlendirilebilir" dedi.

Bir diğer sendromun 'idolizasyon' oldığundan bahseden Berkay Ateş, "İdolizasyon, bir figürü idealize etme yani kusursuz bir imge haline getirme durumudur. Eksiklik hissettiğimiz özellikleri taşıyan figürlere hayranlık duyarız. Eğer çok kaygılıysak toplum içinde kendimizi rahatsız hissediyorsak, toplum içinde bunun tam tersi olan rahatlık özelliklerine sahip figürlere hayranlık geliştirebiliriz. Bu özdeşim kurma sayesinde kendimizde eksikliğini hissettiğimiz özelliklerin bilinç dışımızda yarattığı baskıyı, kendimizle özdeşleştirdiğimiz bir ünlü aracılığıyla hafifletip rahatlatabiliriz. Buna bazen yetiştirilirken ebeveynlerimiz ve çevremizdeki insanların ünlü insanlara aşırı özenmesi ve ilgi duyması yatabilir. Sosyal öğrenme sayesinde onları yüceltmeyi öğrenebiliriz" ifadelerine yer verdi.

'KUSURSUZA YAKIN GÖRDÜĞÜMÜZ İÇİN ÇOCĞUMUZA İSMİNİ VEREBİLİYORUZ'

Bir kişi nasıl oluyor da şarkılarını beğendiği ya da oyunculuğuna hayran olduğu birine aşırı derecede bağlanabiliyor? diye sorduğumuz Ateş, “Özellikle ergenlikten itibaren bir kimlik yaratım sürecine giriyoruz. 20’li yaşlar boyunca bu kimliği oturtmaya çalışıyoruz. Özellikle genç yaşta kimlik arayışı içerisinde olan bireyler, hayran oldukları figürler üzerinden kendi kişiliklerini şekillendirme eğiliminde olabilirler. Bir şarkıcının şarkı sözleri, o bireyin hayatına anlam katabilir ve bir tür ‘rehber’ haline gelebilir” dedi ve şu bilgileri verdi:

-- Kendimizle özdeşleştirdiğimiz hikayelere daha kolay gireriz, empati kurmamız kolaylaşır. Ne kadar benzerlik görürsek o kadar kendimizde kabul edemediğimiz duyguları ve düşünceleri dışa vurma, dışarıdan görme ve deşarj etme şansı elde edebiliriz. Bu da rahatlamaya yol açabilir.

-- Ayrıca hayran olduğumuz idolümüzle kurduğumuz bağın kopmasını istemediğimiz zaman bunu kalıcı hale getirmek için çocuğumuza veya evcil hayvanımıza onun ismini koyabiliriz. Bir şekilde bağ kurduğumuz idolü çevremizde sürekli yaşatmak isteyebiliriz. Bu durum anlaşılır olsa da kişinin kimlik geliştirme süreçlerinde birtakım sorunlar olabileceğinin de göstergesi olabilir. Aynı zamanda idolümüzün kusursuza yakın olması hissinden dolayı dünyaya getirdiği çocuğun da onun gibi olmasını istediği için bunu yapıyor olabiliriz.

-- Kişi, hayatında yetersiz hissettiği ve başaramadığı bazı şeyleri idolünün başarabildiğini gördükçe bunu sonraki nesline aktarmak isteyebilir. Veya kendisinde eksik gördüğü bir özelliği idolü üzerinden motivasyon kaynağına dönüştürebilir. İdealize etmek zaten böyle bir şey. Fakat kişi, idolüne gereğinden ve gerçekliğin ötesinde anlamlar yüklediği zaman kendi gerçekliğinden kopma riski taşıyabilir.

BİR DE TAKIMLARA AŞIRI FANATİKLİK DUYANLAR VAR. HATTA TAKIMLARI MAÇ KAYBEDİNCE SİNİR KRİZİ GEÇİRENLER, KAVGA EDENLER…

Ateş'e göre fanatizm, pozitif bağlılık hislerinden ziyade rakibe yönelik negatif hislerden besleniyor. Fanatizm dışında, sosyal oluşumlara yönelik hayranlıkta ise sosyal kimlik teorisi devreye giriyor. Bir futbol takımını desteklemek veya bir diziyi sahiplenmek, bireye ait olma hissi veriyor. Kimlik sorunları ve ait olma ihtiyacını karşılayamayan ve kimlik sorunları yaşayan bireyler için bu ihtiyacı bir gruba mensup olarak karşılamak önemli bir rahatlama aracı oluyor.

Berkay Ateş, bunun temelde grup aidiyeti ve kimlik meselesiyle ilgili olduğunu söyledi, “İnsanlar bir gruba ait olduklarında, o grubun başarılarıyla kendi değerlerini bütünleştirirler. Bu sayede bireysel kimlikleriyle elde edemedikleri başarıları ait oldukları grup üzerinden giderebilme fırsatı bulurlar. Bir futbol takımı, sadece bir spor takımı değil; bazen bir şehir kimliği, bir mahalle kültürü veya bir aile geleneği haline gelir. Birey, bu grubun bir parçası olduğunda yalnız hissetmez ve aidiyet duygusu güçlenir” dedi.

'AİDİYET BİREYSEL KİMLİĞİN ÖNÜNE GEÇMEYE BAŞLAYABİLİR'

“Bu aidiyet bir yerden sonra bireysel kimliğin önüne geçmeye başlayabilir. Bu durumda tehlike çanları çalmaya başlar. Kişi, grup kaybettiğinde bunu kişisel bir yenilgi gibi hissedebilir. Tuttuğu takımın yenilmesini bireysel bir başarısızlık olarak gören bir taraftar, çocukluğundan beri içinde barındırdığı yetersizlik ve başarısızlık hisleriyle bir anda ‘nefret ettiği’ bir rakip takım tarafından yüzleşmek zorunda kalabilir. Buradan da görüyoruz ki benlik algısı tamamen dış başarıya bağlanmış bir duruma girebiliyor. İşte burada tehlike başlar diyebiliriz” diyen Ateş ekledi:

“Bununla birlikte, bazı bireyler sosyal gruplara dahil olarak farklı bir statü kazandığını hisseder. Taraftar grupları içinde lider olmak ya da görünür olmak, kişinin toplumsal kabul ihtiyacını karşılayabilir. Grup içi statü kaygıları da fanatik davranışları besleyebilir. Hayranlık ya da taraftarlık, kişinin kimlik ve duygusal ihtiyaçlarıyla uyumlu olduğu sürece sağlıklıdır. Ancak bu bağ, kişinin hayatının merkezine oturduğunda ya da gerçeklik algısını bozduğunda tehlikeli hale gelir. Örneğin, sevdiği karakter dizide ölünce yas tutan kişi gündelik hayatın gerçekliğinden ve işlevselliğinden kopmaya başlamış olabilir.”

Fotoğraflar: Hürriyet Arşiv

BAKMADAN GEÇME!