Güncelleme Tarihi:
Anne olarak çocuk bakımı olsun, sağlık olsun, beslenme olsun, birçok konuda internete yöneliyorum. Ama bazen pişman oluyorum! Çünkü her tezin bir antitezi var. Her iddianın bir karşı iddiası var. Öyle olunca bazen yaptıklarımın doğruluğundan şüphe duyuyorum. Ne yapacağımı şaşırıyorum.
En basiti, son zamanlardaki süt tartışması... "İnek sütü inekler içindir" diye bir tez var. Daha doğrusu, her hayvanın sütünün kendi yavrusu için olduğu, bu durumda insan yavrularının da sadece anne sütüyle beslenmesi gerektiğini söyleyen bir tez bu. Bu görüşü benimseyen uzmanlar, sütün alerjik bir gıda olmasından ve ileri yaşlarda sorun yaşanmasına sebep olmasından hareketle çocukların süt yerine yoğurt, peynir, kefir gibi yan ürünlerle beslenmeleri gerektiğini söylüyorlar.
Ben çocuklarıma süt içiriyorum. Her ikisine de bir yaşındayken başladık. Hala yatmadan önce birer bardak içerler. Ayrıca gün içinde de bazen, örneğin kek falan yiyorlarsa, yanında götürürler sütü de... Çok seviyorlar.
"Çocuklara süt içirmeyin" iddiası beni düşündürtmüyor değil. Bir yandan "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" demiyor değilim. Ancak henüz "inek sütü inekler içindir"e yüzde yüz ikna olabilmiş değilim. Sanırım biraz daha geniş çaplı ve uzun süreli araştırmaların olması gerekecek bunun için.
Ve fakat bu her-tezin-bir-antitezi olayı bir anne olarak beni ürkütmüyor değil. Sık sık "Onu yedirmeyin, bunu içirmeyin... Peki, nasıl beslenelim?" diye isyan etmek isterken buluyorum kendimi. Bir seferinde "Su ile beslenmek istiyorum!" dedim, ta ki onun da türlü türlüsü var olduğunu hatırlayana kadar.
Aşağıda mutfak prensiplerimi paylaştım. Bunları öneriden ziyade kafası karışık bir annenin bilgi dünyasında tutunabilme çabaları olarak görmenizdir dileğim.
* Ben çocuklarıma süt içiriyorum. Hem de çiğ süt içiriyorum. Güvendiğimiz bir çiğ süt üreticisi bulduk. Her hafta oradan süt alıyoruz. Biz de o sütten tüketiyor, yoğurt yapıyoruz.
* Mümkün olduğunca paketli gıdalardan uzak durmaya çalışıyorum. Ancak bunu "bizim eve paketli bisküvi zinhar giremez" mantığıyla yapmıyorum. Çocuklara bisküviden mozaik pasta da yapıyorum. Kendim çaya bisküvi de banıyorum. Sefam da oluyor.
* Evdeki meyve-sebze alışverişini mümkün olduğunca organik yapmaya çalışıyorum. Ancak organik besleneceğim diye de kendimi paralamıyorum. Kabuğu soyulmayan (marul gibi, ıspanak gibi) ve kimyasal ilaç kullanılma oranının yüksek olduğunu bildiğim (patates gibi, domates gibi) meyve-sebzeleri özellikle organik alıyorum. Onun dışında asıl olarak mevsim meyve sebzelerini tüketmeye çalışıyorum. Örneğin, organik bile olsa sera domatesi tüketmiyorum. Onun mantığını henüz anlayabilmiş değilim.
* Tavuğu mutlaka organik alıyor, organik bulamazsam gerekirse haftalarca tavuk yemiyorum. Bunun iki sebebi var: Organik yemle beslenen tavukların 80 günde kesime hazır hale gelmesi, ancak organik yemle beslenmeyen tavukların 45 günde kesilmesi bu işte bir iş olduğunu düşündürtüyor bana, bir. Tavukların istiflendiği, hareket kabiliyetinin olmadığı koşullarda yetiştirildiği üreticileri desteklemek istemiyorum, iki.
* Damacana sulara pek güvenemiyorum. Suyun, ister yaz olsun, ister kış olsun, tekrar tekrar doldurulan ve bu aşamada nasıl, ne kadar temizlendiğinden emin olamadığım kaplarda tutulması fikri hoşuma gitmiyor. Hayır, cam damacana kullanmıyorum. Temizliğine nispeten biraz daha güvendiğim, çevreyi kirlettiğim için içine düştüğüm suçluluk hissini, şişesini geri dönüştürerek atmaya çalıştığım 5 litrelik pet şişelerde alıyorum.
* "Bizim eve girmez" uygulamasını yapmıyorum. İnsan nefsini de ara sıra tatmin etmeli, değil mi? Kola da alıyoruz, nadiren de olsa cips de. Böylece herhangi bir ürünü çocuklarımın gözünde yasaklı hale getirip daha da cazip duruma düşürmenin önüne geçmeye çalışıyorum.
Bu uygulamalar doğru mudur, değil midir, ilerleyen yıllarda göreceğiz. Ancak etraftaki bilgi bombardımanı arasında kendimi rahat hissedebildiğim bir formül bu.
Blogger Elif Doğan