‘‘AHLAKİ tehlike’’ (moral hazard) iktisadi kalkınmayı engelleyen çok önemli bir oluşumdur. Kavram kısaca şunu ifade eder: Bireylerin ahlak dışı davranma eğilimi, yaptıkları yanlışların cezasını çekme ihtimali azaldıkça, artar.
Mesela, çevre yolunda, kaza şeridini kullanarak başkalarının yol hakkını çalanların ceza görme ihtimali ne kadar düşükse, kaza şeridini geçiş için kullananların sayısı o kadar çok olur. Daha da önemlisi, trafikte kural ihlalinin ceza görme ihtimali ne kadar düşükse, trafikte kaza tehlikesi o kadar yüksektir. Ahlaki tehlikenin bir başka tecelli tarzı da şudur: Tehlikeli kararların cazibesi ne kadar yükselirse, tehlikeye atılanların sayısı o kadar çoğalır.
* * *
İktisadın bir numaralı sorunu, kaynak tahsisidir. Kaynak tahsisi ne kadar kötüyse, iktisadi kalkınma o kadar düşük olur. Kaynakların kötü tahsisi, verimi düşük, hatta tamamen verimsiz işlere kaynak ayırmak demektir. Bu bağlamda kaynak, ‘‘para’’ demektir. İster öz, ister borç kaynak şeklinde olsun, bir firmanın kullanımına tahsis edilen paranın (sermayenin) hasılasının, maliyetinden fazla olması gerekir. Temel kural budur. Dolayısıyla, paranın maliyetinin de (pratikte faiz demektir) sermayenin makul hasıla oranından büyük olmaması gerekir. Aksi takdirde, ortaya iktisadi zarar ve/veya transfer çıkar. Zarar, milli geliri azaltır; transfer (rant) milli gelir dağılımını bozar.
Kaynak tahsisi bağlamında ahlaki tehlike dört halde ortaya çıkar.
1. Banka mevduatının tamamının devlet güvencesi altında olması. Bu halde faizler, piyasa fiyatının üstüne çıkar; borç altına girmiş verimli firmalar bile zarara sürüklenir. Kárlı girişimlerin büyümesi durur.
2. Holding bankacılığının meşru kabul edilmesi. Burada, Almanya'daki gibi bankaların özkaynaklarının belli bir yüzdesiyle, sanayi şirketlerine yatırım yapmalarından bahsetmiyorum. (Kaldı ki, bu uygulama bile sakıncalıdır.) Kastım, kredi kullanan şirketlerinin, banka sahibi olmasıdır. Böyle bir yapılanma, banka kredilerinin ‘‘tarafsız’’ (impartial) olarak, en verimli alanlara tahsis edilmesini imkánsız kılar. Zararlı ve/veya verimsiz girişimler kaynak bulurken, kárlı ve yüksek verimli girişimler kaynak bulamamaktan hayata geçemez. Haksız rekabet oluşur.
3. Yatırım teşviklerinde adil olunsun diye eşitlikçi davranılması. Yatırımları teşvik, mutlaka seçici olmayı gerektirir. Her girişimi teşvik, girişim alanını topyekûn batırmak demektir. Türkiye de en çok batan şirket, en çok teşvik edilen sektörlerde ortaya çıkmıştır. Bu tam anlamıyla kaynak israfıdır.
4. Bizatihi yatırımın, istihdamın ve ihracatın iktisadi kalkınmaya yaradığına inanılması. İktisadi kárlılığı hedeflemeyen ve bu hedefi, önceden belirlenen sürede gerçekleştiremeyen her yatırım, ülkeyi kalkındırmaz, aksine fakirliğe sürükler. Bu düşünce hem kaynak tahsisi hatalarına hem de içeriden ve dışarıdan sorumsuzca borçlanmaya sebep olur. Borç servisi (faiz ve anapara geri ödemeleri) krizlerin anasıdır.