Abi, sahte rakı bize dokunmaz (!)

İçilen rakının sahte olduğu mutlaka anlaşılır. Tadından, fiyatından, birşeyinden sahteliği çıkar. Ancak bizler hiç oralı olmayız.

Unutamıyorum, yıllarca önce bir televizyon programında izlemiştim. Bir hayat kadını ile pazarlık eden genç adama, kadının Aids olduğu söyleniyor ve şöyle bir yanıt alınıyordu: “Abicim bize Aids falan dokunmaz”.

Kulaklarıma inanamamıştım.

Şimdi de, sahte rakı içenlere inanamıyorum.

İçilen rakının sahte olduğu mutlaka anlaşılır. Tadından, fiyatından, birşeyinden sahteliği çıkar. Ancak bizler hiç oralı olmayız. Eminim yine bir televizyon programı yapılsa, “Abicim, sahte rakı bizi öldürmez” yanıtı verenlerle karşı karşıya kalabiliriz.

Radikal’in Perşembe günkü manşeti çok doğruydu.

Adamlar resmen cinayet işliyorlar. Sahte rakı yapıp, insan öldürüyorlar, biz hala “taklitçilik” suçuyla takibat yapıyoruz.

Ha, bu da bize bir ders olsun...

* * *

RTÜK, BOYUNDAN BÜYÜK İŞLERE KALKIYOR

Gazete haberlerine bakılacak olursa, RÜK yakında Kaynanalı TV dizilerine müdahele edecekmiş. Yani birgün bakacağız, RTÜK hazretleri “ bundan böyle bu tip programlar yayınlayamazsınız” diyecek.

Neden?

Zira 3-5 Milletvekili şikayetçi olmuş, ondan.

RTÜK bir sansür heyeti değildir. Ona verilen görev, Türk halkının ne seyretmesi ve ne seyretmemesi gerektiğini saptamak değildir. Uluslararası ölçütlerde bir yayın politikası saptamakla görevlidir, o kadar.

Ancak son dönemlerde bakıyoruz, RTÜK ülkenin Kürt politikası dahil, “Devletin bekası (!)” hatta “rejimi koruma ve kollama görevi” gibi üstüne vazife olmayan konularda görüş açıklıyor, tutum alıyor.

“Kaynanalar” basit, görgüsüz bir program formatı. Seyretmek isteyen, seyreder, istemeyen de televizyonunu benim gibi kapatır.

RTÜK nereden çıktı?

Hala tek parti rejimi dönemlerindeki gibi düşünüyoruz. Hala tepeden inme emirlerle toplumu “gütmek” isteyenlerimiz var...

TÜRKMENLER GERÇEK NİYETLERİNİ GÖSTERDİLER

Ertuğrul Özkök’ün Çarşamba günkü Abdullah Gül söyleşisinin bir bölümü çok ilginçti. Gül, Ankara’nın bir ara çok bel bağladığı Türkmen’lerin son seçimlerde sergiledikleri tutuma değinirken bakın neler söylemiş:

“Irak’taki Türkmenler’le ilgili hayal kırıklığı yaşadığımızı inkar edemem. Tamam Irak’taki seçimlere hile karıştı diyelim. Ama Türkiye’deki Türkmenler niye gidip burada kurulan sandıklarda oy kullanmadılar? Burada da mı baskı vardı? Türkiye’de 35 bin Iraklı Türkmen var, sadece 4 bini oy kullandı. İsveç’te 2 bin Türkmen kayıt yaptırmış, ama sadece 900’ü oy kullanmış. Bunda bir terslik yok mu? Irak’ta Şiiler’e oy veren Türkmenler ile Kürtler’in listesine oy veren Türkmenler’in sayısı, Türkmen cephesine oy veren Türkmenler’den fazla olduğu söyleniyor. Bu işte bir gariplik yok mu? Irak Türkmen Cephesi okumuş yazmış entelektüel Türkmenleri pek yanına çekemedi, onları kadrolarına dahil edemedi. Bu arada Kerkük’ten gelen TV görüntülerinde eliyle Bozkurt işareti yapanlar, Türkmenler açısından iyi bir görüntü verdiler mi sizce?”

Aslında kimsenin hayret etmemesi gerekir. Türkmen’leri zorlayan bizlerdik. Onları örgütleyen, bazılarına silah veren bizlerdik. Amacımız, Saddam döneminde hiç ilgilenmediğimiz, bu nedenle de eriyip dağılmış bu toplumun yeniden ayaklarının üstüne kalkmasını sağlamak ve bu sayede, Kuzey Irak’taki gelişmelerde söz sahibi olabilmekti.

Oysa Türkmenlerin büyük çoğunluğu böyle bir rol oynamak niyetinde değillerdi. Orta halli birer memur, doktor ve avukat kesimin insanlarıydılar. İçlerindeki küçük bir grup hariç, çoğunluk kendi halinde yaşamak istiyordu.

Ankara, onlara roller biçti, ancak yürümedi. Anlaşılan artık bizlerde gerçekleri görmeye başlıyoruz. Ayaklarımız nihayet yere basıyor. Kuzey ırak politikamızda ince ayar yapar olduk

SON PADİŞAH VAHİDEDDİN...

Bizim kuşağımız Osmanlı imparatorluğunu öğrenmedi dolayısıla anlayamadı. Koskoca bir imparatorluğun başarılarını hissedemedik. Sadece çöküşünü bilir olduk. Sadece kötü yanları konuştuk. Hele son Padişah Vadideddin kadar yerden yere vurulanı olmamıştır. Ne kızıllığı kalmış, ne hainliği.

Kendi kendime hep sormuşumdur: Neden? Neden resmi politikaya inanıyoruz?

Beni resmi rüyadan uyandırıp gerçeklerle tanıştıran insan, Vadideddin’in torunu Hümeyra Özbaş oldu. Aldatıldığımızı, toplum olarak yanlış yöne götürüldüğümüzü anladığımda çok geçti.

Yılmaz Çetiner’in son kitabı beni eskilere götürdü. Vadideddin’in resmi propaganda da söylendiği gibi bir Padişah olmadığını, aksine hüzünlü bir yaşam sonucunda yapayalnız öldüğünü bundan daha güzel kimse kaleme alamazdı.

Yılmaz Çetiner yılların getirdiği akıl kişiliğini bu kitaba toplamış ve geçmişimizle barıştırmış.

Mutlaka okuyun ve Yılmaz Çetiner’e teşekkür edin. (Epsilon Yayıncılık Hizmetleri. Tel:0212 252 38 21 --mail:epsilon@epsilonyayinevi.com)

COŞKUN KIRCA’NIN AZ BİLİNEN YÖNLERİ

Kırca’nın arkasından çok yazı yazıldı. Ne kadar zeki,bilgili ve iyi bir diplomat olduğundan söz edildi. Kırca, kimine göre bir Şahin, Askerci, kimine göre ufku geniş bir vatanseverdi. Herkesin farklı bir Kırca imajı vardı. Oysa kimseler onun keyif insanı tarafına değinmedi.

Brüksel’de çalıştığım dönemlerde, NATO daimi delegemiz idi. O yıllarda bambaşka bir Kırca ile tanıştım.

Ona sık sık uğrardım. Öğle yemeğinden sonra 15 dakikalık küçük uykuları vardı. Yüzüne mendil örter, ben gittiğimde uyku taklidi yapardı. Kapıda “Coşkun bey, Coşkun bey” diye fısıldardım., uyandırılmaktan kızgın görünür, sonra o ince espirisiyle şakalaşırdı. Bir hoca gibi bana NATO’yu öğretirdi.

En büyük keyfi, ayda bir kere eşlerimizle birlikte 2,5-3 saatlik yollarda gittiğimiz, ancak Gault-Millau adlı en iyi restoranlar kitabında bulunan muhteşem küçük lokantalar da uzun yemek yemekti. Şarabın en iyisini, yemeğin en kalitelisini öğreterek, anlatarak günümüzü geçirirdik. Coşkun Bey’in tadına doyum olmazdı. Genellikle eskiden yediğimiz yemekleri, gelecekte yiyeceğimizi konuşur, hikayeler anlatır, şiirler okurdu.

Birçok konuda farklı görüşlere sahiptik. Ama dostluğumuzu hiçbirşey gölgelemedi. Nur içinde yatın Coşkun Bey.

KANSER EN ÇOK ÇOCUKLARI ÖLDÜRÜYOR

Kanser günümüzün en tehlikeli hastalığı... Her yıl 6 milyon insan bu hastalıktan hayatını kaybediyor. Bugün 10.1 milyon kişi bu sinsi hastalıkla mücadele ediyor. Kanser vakalarındaki artış aynı hızla devam ederse 2020 yılında hasta sayısı 15.7 milyona çıkacak. Bir de Türkiye’ye bakalım. Kayıtlı hasta sayısımız 60 bin. Ancak bu sayının yüzbinleri aştığı biliniyor. Ankara Lösemili Çocuklar Vakfı’nın araştırmasına göre Türkiye’de çocukluk çağı kanserlerinde büyük artış var. Tanıyı koyan LÖSEV çözüm için de bir kampanya başlatıyor. Bu kampanyayla yeni teşhis koyulan tüm lösemili çocuklara 1000 YTL’lik karşılıksız nakit sağlık kredisi verilecek. Kampanya 1 Şubat’ta start aldı... Yarınlarımız, geleceğimiz, çocuklarımız için hemen LÖSEV’i arayın... (Tel: 0 312 447 06 60/www.losev.org)

(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları